Uzun Öykü - Kıyametin Dört Günü - Bölüm 8

in #mkb5 years ago

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7

Bölüm 8

“…devrimin yaşaması kolektifler arası dayanışmaya bağlı. Bütün kolektifler ülke genelinde ihtiyaç fazlası gıdalara el koyuyor ve ihtiyacı olan diğer komünlere ulaştırıyor. Bu ortamda tek alternatifin ortaklaşma ve dayanışma olduğunu bütün dünyaya gösteriyoruz. Felaket mağdurlarına gereken yardımı yapacağız, Yunan toprakları üzerinde tek bir çocuk bile açlıktan ölmemeli. Yaşadığımız felaket Fransa’da da komünal bir hayatın önünü açmış durumda. Yaptıkları radyo yayınları Paris komününün 152 yıl sonra yeniden şehrin kontrolünü ele geçirmek üzere olduğunu gösteriyor. Para hırsı ve lüks arzusunun geçer akçe olduğu günler geride kaldı. Birkaç gün sonra rejim güçleri kontrolü yeniden ele almak isteyecektir. Buna şimdiden hazırlıklı olalım ve yerel ordu birliklerini ikna etmeye çalışalım. Bu yayını felaketin başladığı saatten beri sürdürüyoruz. Arkadaşım Aleksei ve ben burada biraz soluklanırken sizleri Carlos Puebla’nın Hasta Siempre şarkıyla baş başa bırakıyoruz…”

Yaşadığımız felaketin sebebi ve önümüzdeki günlerde havanın yeniden aydınlanıp aydınlanmayacağı hakkında hiçbir bilgi içermeyen bu yayından öğrendiğimiz en önemli şey felaketin sadece Türkiye’yi etkilemediğiydi. Dolayısıyla Türkiye’ye yönelik bir düşman saldırısı olduğuna dair hipotez geçerliliğini yitirmiş oluyordu. Böylesi bir yayın Yunanistan’dan yapılabiliyorsa neden Türkiye’deki radyolar yayın yapmıyordu? Tüm radyolar mı karasal yayından internet yayınına geçmişti? Eski teçhizatını saklayan bir kanal yok muydu? Ayrıca Yunanlı komünistler bu kadar kısa süre içinde ortama nasıl hâkim olabilmişlerdi? Yaptıkları yayınla sanki tüm ülkede devrim olmuş gibi bir hava yaratıyorlardı.

Zihnim bütün bu sorularla meşgulken villanın kapısı çalındı. Nihan kalkıp kapıyı açtı; gelenlerin annesi ve oğlu olduğunu tahmin etmiştim, yanılmamışım. Kucaklaşma ve karşılıklı ağlaşma faslını giriş holünde hallettikten sonra yanıma geldiler. Nihan beni annesine işyerinden bir arkadaşı olarak tanıttı. Karşılıklı hoşbeş faslından sonra kalkmak için müsaade istedim.

“Ben de seninle geleceğim” dedi Nihan.

“Neden ki?”

“Çünkü benimle buraya kadar geldin.”

“Buna hiç gerek yok.”

“Bu haldeyken gidersen aklım sende kalacak. Hem bankanın acil durum prosedürleri yüzünden benim de işyerine gitmem gerekiyor.”

Annesinin bakışlarından konuşmalarımıza anlam vermediği anlaşılıyordu. Nihan durumu “Arda geçici bir hafıza kaybı yaşıyor” diyerek açıkladı.

İçimde birden bir eşim ve çocuğum olduğuna dair bir his uyandı. Sanki bir süredir görmediğim için onları özlemiştim.
Nihan’ın annesi Gülten Hanım “Siz aklınızı kaçırdınız herhalde. Hiçbir yere gitmiyorsunuz. Önce sağlık ocağında yaralarınıza baktırın” dedi.

“Eşimin ve çocuklarımın bana ihtiyacı olabilir.”

“Sen hiç aynaya bakmadın herhalde, yüzün kireç gibi bembeyaz olmuş, bu halde onlara ulaşsan da faydan olmaz, biraz büyük sözü dinleyin çocuğum.”

“Anneme göre kırk yaşına gelsen de çocuksun” dedi Nihan mahcup bir gülümsemeyle.

“Haydi gidiyoruz” dedi Gülten Hanım ayaklanarak, Nihan’ın baskın karakteri belli ki annesine benzemişti.

Sağlık ocağında ayak bileğimi muayene eden doktor alçıya alınması gerektiğini söyledi. Bu görüşe şiddetle itiraz ederek merhem ve sıkı bir sargıyla idare edebileceğimi söyledim. Doktor hafıza kaybım konusunda epeyce detaylı sorular sordu. Başımı herhangi bir yere çarpmadığımı öğrenince yaşanan bu gibi büyük streslerin böyle sonuçlar doğurabildiğini söyledi. Bu konuda yalnız değilmişim ve birkaç gün içinde hafızamın yerine geleceğini tahmin ediyormuş. Belleğimin iyileşme sürecini hızlandırması için bana bir ilaç yazdı.

Çekilen röntgenden sonra Nihan’ın köprücük kemiğinde de çatlak olduğu ortaya çıktı, her ikimizin de bir hafta kesintisiz istirahat etmemiz gerekiyormuş. Gülten Hanım bize ‘bakın ben size söylemiştim’ der gibi bakıyordu.
Sağlık ocağından eve giderken Gülten Hanım villanın altındaki depoda ev halkına 6 ay yetecek kadar kuru bakliyat, un ve yağ olduğunu, aldığı bu tedbir yüzünden kendisiyle dalga geçen kızının ona bir özür borçlu olduğunu söyledi.
“Annelerin en akıllısı ve en tatlısı sensin” dedi Nihan.

Gülten Hanım “Şimdi böyle oldum tabii” diye cevap verdi.

Gülten Hanım’ın ısrarıyla şehir merkezine ertesi sabah gitmeye karar verdik. Yaşadıklarım beni epeyce yıpratmıştı galiba; geceyi saat başı uyanıp yeniden uyuyarak, yatağımda bir o yana bir bu yana dönerek, bölük pörçük düşler ve korku filmlerini andıran kabuslar görerek geçirdim.

Yeni güne öncekine benzer biçimde karanlık bir gökyüzü altında uyandık. Mor bir alacakaranlık içinde dışarıya çıktık. Bizi Durusu’ya getiren arazi aracı kapının önünde bekliyordu, Nihan aracı sahibinden kiraladığını söyledi. Aracın camlarını örtmüş olan toz ve çamuru temizleyip yola çıktık. Yollar önceki gün olduğu gibi tenhaydı; bizi önce Kemerburgaz’a, ardından Levent’e bağlayacak asfalt yol yer yer çatlamış ve büyük ölçüde çamurla kaplanmıştı. Yolda boyunca kurulmuş olan kontrol noktalarında jandarma tarafından üç kez durdurulduk. Durduğumuz noktaların her üçünde de jandarmalara başımıza gelenin tam olarak ne olduğunu sordum. Hiçbirinden tatmin edici bir yanıt alamadım.

Nihan beni çalıştığım medya şirketinin önünde bırakıp işyerine gitti. Binaya girdiğimde işle ilgili onlarca anı aynı anda zihnime hücum etti. Yazdığım makalelerden küçük parçalar, televizyona çıkmadan önce yüzüme yapılan makyaj, üzerinde kırmızlı yeşilli çubuklar olan fiyat grafikleri, ses getirecek bir haber yakalamak için günler ve geceler boyunca uğraşmalarım. Bütün bu anı kalabalığı içinde özel yaşamıma dair hiçbir şey yoktu. Ne bir eş, ne bir sevgili, ne de görmek için sabırsızlığım çocuklar. Bindiğim asansörde sekizinci katın düğmesine bastım ve sırtımı asansörün köşesine dayayıp sabırsızlıkla yukarıya çıkacağım anı bekledim.

Büromuzun bulunduğu katın kapısı yüzümü tanıdığı için otomatik olarak açıldı ve doğrudan genel yayın yönetmenimiz Bülent Şaşmaz’ın odasına gittim. Bülent Abi gözlerini masasının üzerinde dönen dünya hologramından kaldırıp bana döndü ve aksayan ayağıma bakarak “Günaydın Arda, gel, otur” dedi.

“Günaydın abi, nasıl durumlar?”

“Perişanım, arkadaşların çoğuna ulaşamadım.”

Başımdan geçenleri mümkün olduğunca özet bir biçimde ona anlattım. “Dur sana bir psikiyatr randevusu alalım, hafıza kaybı hafife alınacak bir iş değil” dedi Bülent Abi.

“Belki tuhaf bir soru olacak ama benim bir ailem var mı?”

“Bildiğim kadarıyla tek çocuksun, baban Tarsus’ta yaşıyor.”

“Eşim, çocuklarım?”

“Sözümü dinleyip evlensen belki olurdu. Beste’nin peşinde koştun bir ara, o iş de olmadı.”

Bu sözleri duyduktan sonra hissettiklerimi sözlerle tarif etmek güç. Önce ağır bir hastalıktan kurtulmuşçasına bir ferahlama hissi yaşadım, ardından bunca sevindiğim, rahatladığım için kendimden utandım. Bu utanç yerini birkaç sabiye içinde derin bir hüzne bıraktı. Her ne kadar onlar için kaygılanmış olsam da bir eşim ve çocuğum olduğunu düşündüğüm kısa zaman diliminde kesinlikle daha mutluydum.

“Sen söyleyince hatırladım şimdi. Sizinkiler iyi mi peki?”

“Allah’a şükür iyiler, yalnız işler nasıl düzene girecek bilmiyorum.”

“Her kafadan bir ses çıkıyor.”

“Küresel bir olay söz konusu. Galiba uzaylılar. Kuzey Afrika’ya inmişler.”

“Yok artık, emin misin?”

“Emin değilim. Bu ortamda nasıl gazetecilik yapılır ki? İnternet, elektrik, uydu yayını hâlâ yok. Viyadükler çökmüş, yollar tutulmuş. Bu hafta emekli olacaktım. Bu ortamda nasıl bırakabilirim?”

“Zaten erkendi. Her işte bir hayır vardır.”

“Yorgunum Arda. Bir koltukta oturuyorsan gereğini yapacaksın. Dünya başımıza yıkıldı ve olayın üzerinden geçen bunca zamana rağmen hâlâ ne olduğunu, neden olduğunu, bunda sonra ne olabileceğini bilmiyoruz.”

“Bunu bilmeyen sadece sen değilsin ki.”

“Başkaları beni bağlamıyor. Halkı aydınlatma sorumluluğumuz var.”

“Afrika’ya gideyim mi?”

“Nasıl gideceksin? Ne uçaklar uçabiliyor ne yollar işliyor.”

“Kanalın kuadkopteri boşta mı?”

“Pilotuna ulaşamadım, inşallah başına bir şey gelmemiştir.”

“Ben uçururum.”

“Hava normal olsa belki, dışarıda göz gözü görmüyor.”

“Yakında internet çalışmaya başlar. En azından İstanbul’daki durumu tespit edelim.”

“Alt katta bir simülatör var. Başına oturup çalış biraz. Hazır olunca bana haber verirsin.”

Görsel Kaynağı: https://www.virtual-aerospace.com/product/60-minute-flight-simulator-experience-copy/

Sort:  

To listen to the audio version of this article click on the play image.

Brought to you by @tts. If you find it useful please consider upvoting this reply.

Congratulations @bilimkurgu! You have completed the following achievement on the Steem blockchain and have been rewarded with new badge(s) :

You received more than 80000 upvotes. Your next target is to reach 85000 upvotes.

You can view your badges on your Steem Board and compare to others on the Steem Ranking
If you no longer want to receive notifications, reply to this comment with the word STOP

Do not miss the last post from @steemitboard:

3 years on Steem - The distribution of commemorative badges has begun!
Vote for @Steemitboard as a witness to get one more award and increased upvotes!

Coin Marketplace

STEEM 0.17
TRX 0.15
JST 0.028
BTC 60453.64
ETH 2425.08
USDT 1.00
SBD 2.48