Uzun Öykü - Kıyametin Dört Günü - Bölüm 7

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6

Bölüm 7

İki sokak ötede eski bir apartmana girdik, küf ve kavrulmuş soğan kokan merdivenlerden tırmanarak üçüncü kata çıktık. Yaşlı amca önünde çamurlu ayakkabılar olan bir dairenin kapısını çaldı. Konuştuğu at hırsızı kılıklı adam galiba bizi istediğimiz yere götürmeyi kabul etti. Böyle söylüyorum çünkü taksi durağının görevlisi ile anlamadığımız bir dilde konuşurken zahmet edip bize bakmamıştı.

Beş dakika sonra kocaman tekerlekleri olan Lada marka bir arazi aracına binmiş, Büyükçekmece’nin tenha caddelerinde ilerliyorduk. Şoför ödemeyi altın ya da bitcoin cinsinden istemiş, adamı güçbela dolar kabul etmeye ikna etmiştik. Sekizyüz doları nakit olarak cebine koyduğu halde bize lütuf yapmış gibi bir havadaydı. Büyükçekmece’den önce Çatalca’ya geçtik, ardından Gökçeali ve Oklalı köylerinden geçerek Örçünlü’ye ulaştık. Arazi aracının büyük tekerlekleri ve yüksek karoseri sayesinde yolda sadece iki kez durmak durumunda kaldık. İlki göğün alacakaranlığında garip şimşekler çaktığı içindi, şimşeklerin uçları yere doğru uzandığı için şoförümüz korkmuştu. İkinci molamızı ise yola düşmüş bir yolcu uçağı nedeniyle verdik. Cabbar şoförümüz neyse ki tarlaların içine girerek uçağın çevresinden dolaşmayı başardı. Terkos gölünün kıyısındaki Durusu köyüne yaklaşınca Nihan şoförümüze sempati duymaya başlamıştı galiba, “Jip senin mi?” diye sordu.

“Emektar ekmek teknem. Arazide gezenlere kiralıyordum” dedi adam.

“Başımıza ne geldi sence?” diye sordum.

“Ben diyorum ki alın yazımız böyleymiş. Başka bir şey de bilmiyorum.” diye cevap verdi, ardından aracın radyosunu açıp kurcalamaya başladı. Şoförümüz radyoda bilmediğimiz bir dilde yayın yapan bir kanal yakaladı, ancak kanalı hızlıca geçip başka frekansları taramaya başladı.

“Geri dönsene, yakalamıştın az önce” dedi Nihan.

“Sen o dili biliyor musun abla?"

“Belki biliyorumdur, döner misin oraya?”

Şoför Nihan’ın tavsiyesine uyup o kanala geri döndü. Spikerin heyecanlı bir sesle bir şeyler anlattığı kanal büyük ihtimalle bir Yunan radyosuydu.

“Cep bilgisayarımın pili bitmemiş olsaydı keşke, Türkçe’ye çevirirdik” dedi Nihan.

Annesinin oturduğu villanın önünde Nihan şoföre bizi orada beklemesini söyledi. Adam nazlanınca cebine bir 100 dolar sıkıştırıp “Sadece 10 dakika” dedi. Villanın hasar görmediğini öğrenince rahatlamıştı, bahçe kapısından hızlı adımlarla geçip içeriye girdi ve zili çaldı. Kapının açılmasını beklerken kıyafetlerimize bir göz attım, olayların üzerinden henüz 24 saat geçmeden kir pas içinde dolaşmaya alışmıştık, artık hiç garip gelmiyordu. Kapı açılmayınca Nihan önce paspasın altını, ardından posta kutusunun arkasını kontrol etti ve evin anahtarını buldu. Kapıyı açtıktan sonra içeriye doğru “Anne! Bulut! Evde misiniz?” diye bağırdı. İçeriden ses gelmeyince “Sen geçip otur, ben komşulara bir bakayım” dedi.

Çamurlu kıyafetlerimle koltuklara oturmam uygun olmayacağı için girişteki tabureye tüneyip Nihan’ı beklemeye başladım.

Terkos’da evler yıkılmadığı gibi Silivri’deki gibi yoğun taş yağışı da olmamıştı. Üstelik sokaklarda deniz suyuna dair hiçbir belirli görmemiştim. Muhtemelen burada da insanlar korkmuş, deprem nedeniyle kendilerini sokağa atmış ve gökten düşen birkaç taş nedeniyle paniğe kapılmışlardı, ancak depremle, tsunamiyle ve yoğun taş yağışıyla karşı karşıya kalan bizlere göre şanslı sayılırlardı.

Nihan’ı o kadar uzun süre bekledim ki beni evde yalnız başıma bırakıp misafirliğe gittiğini düşündüm. Tam ondan umudu kesmek üzereyken kapı çalındı, açtım.

“Ne oldu, bulabildin mi?”

“Komşular ortada yok, sanki yer yarıldı da içine girdiler.”

“Gidip muhtara filan soralım.”

“Muhtar yerinde yok, esnaf ortadan kaybolmuş, sokakta bir çocuğa rastladım. Milletin sığınakta olduğunu söyledi.”

“Sığınağın nerede olduğunu biliyor muymuş?”

“Başka köydenmiş, babasını bekliyormuş."

“Sığınak nerede olur ki? Ya okulda ya belediyede ya da…”

“Her yere baktım.”

“Şimdi ne yapacağız?”

“Geçip oturalım, çay içip dinlenelim, sonra bakarız.”

Banyoya girip sıcak bir duş aldım, çamurlu kıyafetlerimi değiştirip Nihan’ın verdiği eşofmanları giydim. Nihan bereket uzun boylu kadındı, eşofmanları üzerimde çok da kötü durmadı. Ben çayı koyup yiyecek bir şeyler ayarlarken Nihan da duş aldı galiba, yarım saat kadar sonra salondaki yemek masasında buluştuk.

“Hayat devam ediyor” dedi Nihan sofrada gülümseyerek.

“Ben gitsem mi artık, sana yük olmak istemiyorum” dedim.

“Nereye gideceksin?”

“Gidip çalıştığım yeri bulurum. Belki bir ailem vardır.”

“Paran var mı?”

“Yok.”

“Para işini hallederiz. Acele etme.”

“İşCep şifremi hatırladım galiba, ama emin değilim.”

“Hatırladığın başka bir şey var mı?”

“Duşta gözümün önüne bazı sahneler geldi. İşle ilgili şeyler.”

Nihan birden dalgınlaştı, ardından aklına bir şey gelmiş gibi kalktı, cep bilgisayarını taşınabilir şarj cihazından ayırıp açtı. İçeriye gidip pilli bir radyo getirdi. Radyoyu açıp yolda dinlediğimiz Yunan kanalını buldu. Ardından çeviri programını açtığı cep bilgisayarını masanın üzerine koydu ve “internet kotamı yemesin diye çeviri programını indirmiştim” dedi.

Felaketin gerçekleştiği andan beri dünyadan ilk kez haber alıyorduk, kalbim hızla çarpmaya başlamıştı.

Görsel Kaynağı: https://pixabay.com/photos/airplane-wrecked-plane-aircraft-731126/

Coin Marketplace

STEEM 0.17
TRX 0.15
JST 0.028
BTC 60379.35
ETH 2434.58
USDT 1.00
SBD 2.47