Uzun Öykü - Kıyametin Dört Günü - Bölüm 9

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8

Bölüm 9

Kuadkopterin simülatörünü açmak kolay olmadı. Önce cihaza jeneratörün elektrik verdiği bir fişten kablo çektirmem gerekti. Bir dakika içinde sisteme bağlanmayı beklerken şifreyi doğru girdiğim halde bana eğitim izni vermedi. Uzunca bir eşelenmeden sonra giriş için parmak damar haritamın tanımlı olması gerektiğini öğrendim. Neyse ki Bülent Abi’nin parmakları tanımlıymış, bir saati aşan bir çabanın sonunda simülasyona ulaşabildim.

Simülatörün anlatımları anlaşılır, uyarıları kolayca kavranabilecek cinstendi. Kuadkopteri uçurmayı öğrenmek de çok zor olmadı, cihazın sürüşü destekleyen o kadar çok sistemi vardı ki pilotun varlığı formalite haline geliyordu. Yani en azından izlenimim o yöndeydi, belki öylesine inanmak istediğim için öyle düşünüyordum, zaten çok geçmeden gerçeklerle yüzleşecektim. Bülent Abi’ye hazır olduğumu bildirdiğimde, eğitimin üzerinden bir tur daha geçmemi rica etti. Gereğine inanmasam da söylediğini yaptım ve ikindi vakti HBR medya binasının terasındaki pistte buluştuk.

Kuadkopter spor arabalara benziyordu. Sanki birileri elektrikli bir otomobilin dört jantını yatay hale getirerek tavan hizasına çıkarmış ve tekerleklerin yerine pervane takmıştı. Binip deri koltuklarda yerimizi aldıktan sonra çapraz emniyet kemerleri bizi sıkıca kavradı ve yandaki kapılar aşağıya doğru inerek kapandı. Önümdeki ekranda gezinti güzergahını kabaca işaretledim ve araca yükselmesi yönünde talimat verdim. Önümdeki ekranda “Yağmurun dinmesini beklemeliyiz” yazısı belirdi. Aracın ön camına tek bir yağmur damlası düşmediği için mesajın hatalı olduğunu ve bu hatanın çeviriden kaynaklandığını düşündüm. Cihazın iletişim dilini İngilizce’ye ayarladım. Herhangi bir çeviri hatası yoktu, zaten ilk yağmur damlaları düşmeye başlamıştı. Ardından gök delinmişçesine yağmur yağmaya başladı ve zaman ilerledikçe hava ağır ağır aydınlanmaya başladı. Yağmurun havadaki tozun bir kısmını yıkamış ve bu sayede daha fazla güneş ışığı dünyaya ulaşabilmeye başlamıştı. Yağmur düşündüğümüzden kısa sürdü, aracın merkezi kontrol yazılımının görüş mesafesinin az olduğu yönündeki uyarısına aldırmadan havalandık.

Havalandıktan birkaç dakika sonra Boğaziçi Köprüsü’nün yıkılmış olduğunu görmek bende tam bir şok etkisi yarattı; köprünün ortası çökerek denize inmişti ve iyi yakadaki direklerden kopmuş çelik halatlar sallanıyordu. İstanbul Boğazı üzerinden kuzeye doğru devam ettik, neyse ki ikinci ve üçüncü köprüde görünür bir hasar yoktu. Sarıyer’in çevresinden dolaştık, Karadeniz kıyısını takip ederek batıya doğru uçtuk. Batıya doğru ilerledikçe özellikle çok katlı eski binaların çökmüş olduğunu gördük, bina enkazlarının üzerinde halen arama kurtarma çalışmaları yapılıyordu.

İstanbul Havaalanı civarında taş yağışı yoğun olmuştu galiba, pistler köstebek yuvasına dönüşmüş, bazı bölgelerde çökmeler meydana gelmişti. Havaalanını geçip güneye doğru ilerleyince büyük yıkım manzaralarıyla karşılaştık. Yıllar boyunca uzmanların uyarılarını dikkati almamış, Körfez depreminin üzerinden 24 yıl geçtiği halde çürük binaları yenileyememiştik. Kuadkopterin altına yerleştirilmiş kameranın bu yıkım görüntülerini kaydettiğini biliyor, bu görüntüleri bir an önce yetkililerle paylaşmayı istiyorduk. Marmara kıyısına ulaştığımızda bu kez tsunaminin yarattığı tahribatı kuş bakışı görmeye başladık. Arazinin rengi ve binaların durumundan suların ulaştığı en son noktayı kestirebiliyorduk. Sahilin bazı kesimlerinde dalgalar beşyüz metre kadar içerilere girmiş, büyük bir tahribat yaratmıştı.

Bakırköy sahiline ulaştığımızda Bülent Abi’nin telefonu çaldı. Bülent Abinin asistanı nihayet işyerine gelmiş ve başlayan telefon trafiğini haber vermişti. Hiç vakit kaybetmeden babamı aradım ve iyi olduğunu öğrendiğimde sırtımdan büyük bir yük kalkmış oldu. Oturduğu bina sağlammış, artçı depremler nedeniyle sokaktaymışlar, şehir merkezindeki bekleme yerleri yetersiz olduğu için zamanlarını bir mezarlıkta, kabirlerin arasında geçiriyorlarmış. Neyse ki hızlı davranmışım çünkü telefonların çalıştığı haberi yayılır yayılmaz aşırı yüklenme nedeniyle sistem birkaç dakika içinde kitlendi ve telefonlar uzunca bir süre daha kullanılamadı.

Kuadkopterden inip haber merkezinin bulunduğu kata ulaştığımızda ikimiz de heyecanlıydık çünkü telefonların kısa bir süreliğine de olsa çalışması haber akışı demekti. Neler olduğunu nihayet öğrenebilecektik.

Haber merkezine gelebilen dört beş kişi telefon aracılığıyla edindikleri bilgileri kendi aralarında paylaşmaya başlamıştı. Yağan yağmur sonrasında havanın bir ölçüde aydınlanmış olması da insanları bulundukları yerlerden ayrılıp haber kovalamak konusunda cesaretlendirmiş olmalıydı. Ne var ki konuşulanlar bir şizofrenin hezeyanları gibi tutarsızdı ve inandırıcı olmaktan uzaktı.

Yaşadığımız büyük felaketin sebeplerini herkes kendi inançları doğrultusunda açıklamaya çalışıyordu. Bilgi akışının sınırlı olduğu bir ortamda insanların gruplar halinde farklı açıklamaları sahiplendiklerini ve hayatlarını bu açıklamalara göre organize ettiğini görüyordum.

Kabe’nin yıkıldığına dair haberler İslam aleminde büyük bir infiale yol açmıştı. Arap yarımadasında görülen yoğun duman, Yemen’de ortaya çıkan büyük ateş, yeryüzünün çeşitli yerlerinde meydana gelen depremler bu habere eklenince kıyametin yakın olduğu düşüncesi müminler arasında hızla yayılmıştı.

Dünya genelinde birçok yerde depremler, orman yangınları, yanardağ patlamaları ve gökten yağan taşlar gibi olgulara rastlandığından kıyametin kopmakta olduğunu düşünenler sadece Müslümanlar değildi. Amerika’da ve güney Avrupa’da birçok hristiyan Hz. İsa’nın yeryüzüne inmesinin an meselesi olduğunu düşünüyorlardı. Böylesi bir ortamda sevilmeyen insanlar Deccal olarak niteleniyor, Mehdi olma iddiasındaki tarikat liderleri taraftarlarını konsolide etmeye ve onlara inanç aşılamaya çalışıyordu.

Yaşanan büyük felaketi henüz ilan edilmemiş bir dünya savaşının başlangıcı olarak görenler de vardı. Bu iddiaya Çin ordusu okyanus tabanında gizlice yaptığı çalışmalarla California’dan geçen San Andreas fayını harekete geçirmiş, ABD’nin bu durumu tespit etmesi üzerine taraflar arasında kısa zamanda kontrolden çıkan bir savaş başlamıştı. Rusya ve Avrupa Birliği’nin de savaşa katılmasıyla dünya bir anda cehenneme dönüşmüştü. Bu hipotezin savunucuları atmosferde yüksek miktarda radyasyon olmayışını gizlice geliştirilmiş olan yeni nesil bombalara bağlıyorlardı, ancak ortada bu bombaların özelliklerine dair bir bilgi yoktu.

Görsel Kaynağı: https://pixabay.com/photos/cloud-greens-blue-sea-beautiful-1402190/

Coin Marketplace

STEEM 0.19
TRX 0.16
JST 0.030
BTC 67358.72
ETH 2619.80
USDT 1.00
SBD 2.68