Zihnimin Abuk Kuşundan Sabuk Ötüşler – BEŞ (5)
Bir Cuma günü yine bir haftanın sonuyla denkleşmişti ve de diğer Cumalar gibi bitişine direnmekteydi. Bu direnişin yarattığı can sıkıntısıyla top çevirme dakikalarını yudumlayıp, bitiş zilinin çalmasını beklercesine saatle bakışan gözlerimden dökülen uykunun, heyecanlı parıldamalara dönüşmesini bekleyen zihnimin nöronları tarafından şiddete maruz bırakılıyordum. Daha fazla dayanamayacaktım ve trafiği de düşünüp işten erken çıkmaya karar verdim. Toparladım eşyalarımı ve arabaya ilerledim.
Arabanın kapısını açarken içimde zifiri bir huzursuzluk dal vermişti. Zaman zaman sebepsiz sıkıntılar, huzursuzluklar yaşadığım için ciddiye almamaya çalıştım ve yola koyuldum.
Köprüyü geçtikten sonra trafiği baypas edecek tenha yollarda ilerliyordum. Bir süre sonra yolun ortasında siyah bir arabanın yolun ortasında durmuş olduğunu gördüm ve frene bastım. Kafamı pencereden dışarı çıkardım ne olduğunu anlamak için. Siyah arabanın kapıları açıldı ve içinden lacivert ceketli, güneş gözlüklü 3 adam indi. Arabama doğru yürüdüler ve yanıma geldiler.
Lütfen arabadan iner misiniz?
Birden korku tomurcukları patladı yüreğimde. Başıma kötü bir şeyler geleceğini söylüyordu titreyen parmaklarım.
Pardon, neden inmem gerekiyor? Siz kimsiniz?
Bizimle gelmeniz gerekiyor.
Ben evime gidiyorum, sizinle gelemem. Tanımıyorum zaten sizi.
Yavaş yavaş camı kapatmaya çalışıyordum ki adamlardan biri belinden çıkardığı tabancasıyla arabanın lastiklerine ateş etti. Bir diğeri ise kapamaya çalıştığım cama elindeki demir sopayla vuruyordu. Kaçmam gerektiğini anladım ve çok hızlı bir şekilde arabanın diğer kapısından atlayıp koşmaya başladım. Çevrede insanlar vardı, hatta ileride bir polis arabası görüyordum. Ona doğru koşmaya başladım. Bağırıyordum bir yandan da yırtınırcasına “Yardım edin, ne olur yardım edin!” diye.
Adamlar arkamdan bir el ateş ettiler sağ baldırımdan yaralanarak yere düştüm. Kurşun girmiş miydi yoksa sıyırmış mıydı emin değildim çünkü canım inanılmaz acıyordu.
Çevredeki insanlar heyecanlı ama korkmuş gözlerle bana bakıyorlar ve uzaklaşıyorlardı.
Ben ise acılar içerisinde bağırıyordum “Allah rızası için yardım edin” diye. Fakat insanlar kendi başlarına iş almamak için hiçbir şey yapmıyorlardı.
Düştüğüm yerde enselediler beni ve arabaya bindirdiler. Araba çalışıp yola koyulduğu vakit ben de debelenip camlara vuruyordum, insanlardan gören olur da yardım eder umuduyla. İleride gördüğüm polis otosunun önünden geçtik, o sırada polislerle bir anlığına göz göze gelmiştim ama sonra birbirlerine dönüp muhabbete koyuldular.
Polisler, polisler gördü her şeyi, beni de gördüler. Bırakın beni, şikâyetçi olmayayım. Başınıza iş almayın.
Ahahaha, onlar trafik polisiydi be koçum. Asayiş olaylarına bakmazlar onlar. Çok umutlu olma.
Polis polistir, illaki bilgi vereceklerdir.
Tabii tabii. Neyse yeter lan! Debelenme artık.
Nereye götürüyorsunuz beni.
Biraz yolumuz var sabret. Bağlayın şunun gözlerini.
Gözlerim bağlanmadan hemen önce gökyüzünü görebilmiştim. Henüz güneş tam olarak batmamıştı ve Ay kendini göstermişti. Sonrasında gözlerim karardı.
Canım acıyordu, çok korkmuştum ama gözlerim bağlanmadan önce gökyüzüne bakmak iyi gelmişti. İçimdeki huzursuzluk aydınlanmaya başlamıştı. Mevcut duruma karşı yapacak hiçbir şeyim yoktu zaten, o zaman durumu kabullenip, başıma gelecekleri beklemeye karar vermiştim. Tüm bu kabullenmeler ve sakinleşmeyi biraz da sakallarıma borçluydum. Ne zaman gerilirsem, sakallarımla oynar, onları ufak ufak yolardım. Sakallarım benim yanımda taşıdığım antideprasanımdı. Tek kafama takılan yolun ortasında patlak lastiklerle kalmış arabama ne olacağıydı.
Gözlerim kapalı yola devam ederken şarkı söylemeye başladım
Özü Gülmeyenin Yüzü Güler Mi
Sevgisiz Muhabbet Hakka Değer Mi
Seven İnsan Kaşlarını Eğer Mi
Zorunan Güzellik Olmuyor Caaanım
Ne o, bize mi mesaj veriyorsun?
Yok ya ne demek mesaj, şarkı söylüyorum ben.
Ne bileyim zorlan güzellik olmaz felan
Yahu şarkı öyle, aklıma birden geldi ne yapaydım.
Tamam tamam kes şarkı markı söyleme. Geldik sayılır zaten.
Nereye geldik?
Anlarsın birazdan
Araba yavaşlayıp durmuştu. Kapılar açıldı, gözlerim bağlı bir şekilde kollarıma giren adamlarla beraber yürüdüm ve açık havada merdivenlerden yukarı çıktım. Sonra anladım ki bir uçağa bindiriliyordum. Özel bir jet uçağına hiç hoş gelmemiştim.
Hipotalamus’umdan hipofiz bezime sinyaller gittiğini fark ettim. Sinyali alan Hipofiz bezi hemen adrenalin salgılanmasını zevkle yerine getirmişti. Adrenalinin salgılanmasıyla, kan parmak uçlarımdan çekilip vücudumdaki geniş kas bölgelerine doğru yol almaya çalışıyordu ama kasları bulmakta zorluk çektiğinden biraz fazla dolaşmaktaydı. Hâlbuki göbeğimin oralarda bir yerlerde, kollarımın sağında solunda bir grup kas biriktirmiş olmalıydım. Haksızlığa uğradığımı hissetmiştim.
Bir koltuğa oturtup bağladılar beni. Gözlerimdeki bandı çıkarmışlardı. Uçağın kapısı kapandı ve uçak taksi yapmaya başladı, bir müddet sonra ise kalkışa geçti.
Beni yakalayan adamlar da uçaktaydı. Bir de hostes bulunuyordu uçakta. Gözlerine baktım yardımcı olabilir mi diye ama o benim gözlerime bakmadı hiç, yüzüme de.
Kendimi bir an değersiz hissetmiştim. Kendi kendime söylendim. “ Ah be keşke feromonlu parfüm satan şu adamı terslemeseydim de alsaydım bir şişe. Belki de üstüme sıksaydım şimdi bu hostes beni de görür ve belki de benden etkilenip yardım ederdi. Ah salak kafam ah!”
Hostes adamlara servis yaparken bana bir bardak su bile vermiyordu, oysaki ne çok susamıştım.
Yine söylendim kendimce “ Schopenhauer haklıydı tabii kadınlar hakkında, onlar gerçekte önemli olan hiçbir şeyi ciddiye almazlar işte. Anlayamazlar da. Beni de anlamıyorlar. Ben gibi bir adamı şuracıkta çaresizliğe terk eden şu hostes de bir kadın işte. Gerçi beni bu hale getirenler de erkek. Aman ya, neler düşünüyorum. Kadınlar çiçektir. Yok lan, şimdi o da hoşlarına gitmiyor. Kadın kadındır, çiçek de benim ve çiçekler su ister. Çok susadım lan, Allah rızası için bir su verseler ya.”
Sanırım adrenalin kaynaklı kan dolaşımının konuşlanacağı bir kas kütlemin olmayışı beni saçmalamaya sevk etmişti ama gerçekten de susamıştım.
Bir cesaretle seslendim;
Pardon, affedersiniz bir su rica edebilir miyim?
O sırada hostes yerine oturdu, kemerini bağladı ve yüzüme bile bakmadan; “İnişe geçiyoruz.” dedi.
Ben yine sessizce kendi kendime; “Ah ulan, keşke kendini insan sanan bir köpek olsaydım da birden köpeğe dönüşüp parçalasaydım şunları!” diye saçmaladım.
Birden aklıma bacağım geldi, yaralanan bacağım hiç acımıyordu. Hatta gayet gücü de yerindeydi. “Adrenalin sen nelere kadirsin” deyiverdim yüksek sesle.
Adamlar birden arkalarını döndüler, ters ters bana baktılar. Ben yine saçmaladım.
Eheeehee Allah her şeye kadir diyordum, hiç hayatımda iş jetine binmemiştim o da oldu da, birden düşününce heyecan şey ettim.
Daha dur sen, asıl heyecan birazdan başlayacak.
Cevabım yutkunmak ve sessizlik olmuştu.
Uçak inişini gerçekleştirmişti, beni koltuktan çözdüler ve ellerim bağlı bir şekilde uçaktan indirdiler. Gece olmuş ama hava kavurucuydu. Etrafıma bakındım ve tabelalardan pisipisi deyince kaçan kedilerin şehri Bağdat’ta olduğumuzu anladım.
Gözümün önünde hayatımın matrisi çözümleniyordu. Aslında daha hedonist bir yaşamın mealsizliğini çözümleyecektim ama nasip değilmiş diye düşündüm.
Lacivert ceketlerde ölümü görüyordum. Toprak ölüm kokuyordu ve ben de emindim artık burada beni öldüreceklerinden.
“Ha doğmadan önceki yokluk, ha öldükten sonraki… Doğmadan önce kaybolmadım yoklukta öyleyse kaybolamam ölünce” dedim yine kendi kendime.
Uçağın yanına siyah bir minivan yanaştı. İçinden silahlı asker görünümlü, 2 adet uzun ve adrenalinin yolunu gözü kapalı bulacağı kadar kaslı adamlar indi. İngilizce konuşuyorlardı. Beni getiren adamlardan biriyle beraber araca bindik ve bizi yaklaşık 45 dakika mesafede bir yere götürdüler.
Karanlıktan etrafı pek algılayamıyordum, bir binaya girdik. Binanın içinde şifreli bir güvenlik aşamasını geçtikten sonra asansöre binerek 3 kat aşağı indik. Asansörden iner inmez sağ tarafta bir odada bir sandalyeye oturttular beni. Gri boyalı duvarları olan odanın içerisinde bir bilgisayar ve bir ameliyat masası vardı sadece. Ben etrafı incelerken odaya beni getiren adamla beraber bir adam daha girdi. Adam yabancıydı ama aksanlı bir şekilde akıcı olarak Türkçe konuşabiliyordu.
Getirdiniz sonunda aradığımız adamı ha.
Getirdik efendim.
Emaneti sordunuz mu?
Yok efendim, biz her hangi bir şeyden bahsetmedik kendisine.
Ya yanında değilse?
Yok efendim, sinyali hiç kaybetmedik, bakın hala sinyal çok güçlü.
Göremiyorum şu adamın yüzünü, ışığı açın bakalım.
Tepemdeki ışığı açtılar. Adam bir süre şaşırmış bir şekilde suratıma bakındı. Sonra yanındaki adama döndü;
Bu adam aradığımız adam olamaz.
Ama bu efendim.
Yahu emaneti alan adamı biliyoruz bu değil o. Bu adam bizim kayıtlarımızda olan kimseyle örtüşmüyor.
Ama sinyal efendim.
Hemen araya girdim.
Efendim, bence de bir yanlışlık var, ne olur bırakın beni. Bakın ben bir şey görmedim, duymadım
O sırada yüzüme gelen tekme adamın bana ettiği küfrü hiç hafifletmemişti.
Sus ulan orospu çocuğu!
Tabii ki de susmuştum.
Efendim bakın sinyale, çok güçlü. Biz sinyali takip ederek bulduk bu adamı ve sinyal hala çok güçlü
Konuş bakalım, gadix’in sende ne işi var?
Kim ben mi? Ne işi olacak efendim, bende bir işi yoktur. O dediğiniz nedir bilmiyorum.
Gadix’i nasıl elde ettin? Ver bize onu çabuk.
Yok valla bir yanlışlık var, ne gadix bilirim ne bişey.
Ulan sinyal senden geliyor işte! Derhal soyun arayın bu adamın üstünü.
Dışarıdan hemen 2 asker geldi ve beni tamamen soydular. Önce kıyafetlerim, sonra da vücudumun her ayrıntısını aradılar, ama tabii ki bir şey bulamadılar çünkü ben de bir şey olamazdı.
Nerede lan bu çip? Nereden geliyor bu sinyal.
Efendim midesinde ya da vücudunda bir yere saklamış olamaz mı, genel bir röntgen kontrolüyle saptayalım isterseniz.
Derhal!
Devasa bir röntgen cihazına soktular beni, aldığım radyasyon ömrümden en az 10 yıl götürmüştü götürmesine ama umursamıyordum, nasıl olsa burada öldüreceklerdi.
Efendim inanamayacaksınız ama, kafatasının içerisinde çip.
Nasıl olur, kim yapmış bunu? Birileri bize oyun oynamaya kalkmış belli.
Efendim bu adamı önce sorguya çekelim mi?
Çekelim tabii, kim var bu işin arkasında öğrenelim.
Tamamdır efendim.
Röntgen cihazından çıkarıldıktan sonra, ameliyat masasına yatırıp bağladılar beni.
Bak şimdi, kafandaki şu çipi beynini deşerek çıkaracağız. Yani öleceksin Ama bu ölüm huzurlu acısız olsun istiyorsan bildiklerini anlat. Kimsin sen?
Tamam her şeyi anlatacağım ama çok yorgun perişan ve susuzum, bana bir su verin kendime geleyim.
Vakit kazanmaya çalışıyordum çünkü ne anlatacağımı bilmiyordum.
O esnada dışarıdan bir asker geldi ve bir şeyler söyledi İngilizce. Konuşmalardan anladığım kadarıyla, yeni çocuklar gelmiş, kız olanlardan seçiminizi yapın diğerlerini bir an önce organ nakli için hazır etmemiz gerekli gibisinden bir şeyler söyledi.
Sen bunun yanında dur, bir su ver şuna, ben birazdan burada olacağım.
Tabii efendim. Su getireyim ben öyleyse.
Su getirmek için o da odadan çıkınca tek kalmıştım ama ameliyat masasına bağlıydım ve kurtulma ihtimalim yoktu.
Duvarda dolaşan bir böcek gördüm, sanki gitgide büyüyordu aşağı doğru indikçe. Yere indi ve kocaman devasa bir böcek oluverdi. Hemen ardından ise dönüşmeye başladı ve 40 yaşlarında bir adam oluverdi.
“Nasıl bir şey’ in içine düştüm Allah’ım” diye dua etmeye koyulacaktım ki, böcekten dönüşen adamın Franz Kafka’ya benzerliğini fark ettim. Yanıma yanaştı ve hemen beni çözüverdi.
Çabuk olmalıyız, seni buradan kurtaracağım!
Allah razı olsun senden de, sen sen…
Çok konuşma beni takip et!
Odadan koşarak çıktık ve asansöre binip bir kat daha aşağı indik. Asansörden indikten sonra tuvaletlerin olduğu bölüme girdik. Orada kanalizasyona çıkan bir ızgara vardı, onu söktükten sonra uzunca bir yol ilerledik. Yolculuk boyunca beni kurtaran adam’ın Kafka olduğuna emin olmuştum.
Sen Kafka’sın gerçekten de Kafka’sın. Ama nasıl olur, bunun bir açıklaması olmalı.
Her şeyin bir açıklaması yoktur. Sen beni bırak da söyle bakalım geri zekâlı, sana gelen mektubu okumadın değil mi sen?
Ne mektubu ya?
Of nasıl açıklayayım… Kendinden gelen mektubu!
Kendimden gelen mi? O ne demek? Hassiktiiir, oha yani o akşam kızımın bana verdiği mektup mu?
Ne bileyim, o dur herhalde.
Kızım bana bir mektup getirmişti, gelecekteki benden gelmiş diye de… Ne yaptım ben onu ya?
Okumamışsın işte.
Ulan valla, Oğuz abi balkondan girince gümbürtüye gitti, sonra da biz gecelere aktık. Harbi neydi o mektup yahu?
Okusaydın bilirdin. Ben sana açıklamayacağım. Sen kendinle tekrar temasa geçersin.
Ne akıl almaz, ne saçma olaylar oluyor hayatımda. Yav sen nasıl böcekten dönüştün öyle.
Niye, sen demiyor muydun hepimiz Gregor Samsayız diye.
Ya evet, çok etkilenmiştim. Bence hepimiz Gregor ‘uz valla. Of ya ne alaka şimdi, o senin yazdığın hikâyenin kahramanı bir kere.
Kahraman mı? Ha ha buna gülünür işte.
Ya anladın sen işte, hem bence o bir kahraman, yaşadığı dönüşümü kötüye kullanmamış bir kahraman o. Hem o sensin değil mi, yani kendini anlatıyorsun bir bakıma.
Ya bırak şimdi bunları, ben senin yaşındayken ölmüş bir adamım işte. Şu bok çukurundan bir an önce kurtulmamız lazım.
Ben nasıl eve döneceğim?
Çıkınca o işi yapacak biri bekliyor olacak seni.
Bu adamlar kimdi peki, ne yapıyorlardı?
Çok kötü şeyler oluyor, tüm Dünyada bir toplum yaratılmaya çalışılıyor. Zorbalık, zalimlikle yahut faşizanlıkla değil, sadece komutlarla hükmedecekleri bir toplum peşindeler. Orada çocukları kullanıyorlar, deneyler yapıyorlar, kesip biçiyorlar, tecavüz ediyorlar.
Kim bunlar?
Daha fazla anlatamam, zaten çıkmamıza az kaldı.
Sen de benimle geliyorsun değil mi?
Hayır, ben gelemem. Kurtarmam gereken çocuklar var.
Ben de kalayım derdim ama ben ölürüm hemen burada, sana da iş çıkarmayayım.
Kal diyen yok zaten. Senin gitmen gerekiyor. Gel bakayım şuradaki metal merdivenleri tırman. Bundan sonra teksin.
Ya sana sarılmak isterdim ama böyle boklu pasaklı da sarılmanın bir anlamı yok.
Tamam, sen çık hadi geliyor olabilirler.
Tamam çıkıyorum ama aşağıdan bakma öyle, çıplak ve donsuzum utanırım.
Hadi lan git buradan.
Tamam Kafka, kendine iyi bak, görüşelim senle sana dair konuşmak istediklerim var.
Git oğlum, manyak mısın git!
Tamam lan tamam, bakmasana oğlum.
Hızlı hızlı merdivenleri tırmanıyordum, yorulmuştum iyice, en sonunda çıkışa yaklaşmıştım ki bir el uzandı. Tuttum o eli beni yukarı çekti. Karşıma yine ulu bilge Albert Einstein çıkmıştı.
Birden bir sevinçle ağlayıverdim.
Seni gördüğüme bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi Einstein. Aileden birini görmüş gibiyim.
Ahahahahaha
Ne gülüyorsun be?
Şu haline bak, bir de bana laf ediyordun çorapsız ayakkabı giymem konusunda.
Ya sen benim başımdan neler geçti biliyor musun?
Kısmen biliyorum. Neyse neyse bak şimdi ben seni evine göndereceğim, vaktimiz yok hadi.
Ya nasıl, uçak mı ayarladın?
Ne uçağı şaşkın. Seni ışınlayacağım.
Ya bırak allasen.
Ya hadi uzatma, bak seni enerjiye dönüştürerek uzay-zamanda hareket ettireceğim. Rahat ol.
Bunu daha önce başka insanlarda denediniz mi?
Yok ilk olacaksın
Ben binmem buna o zaman.
Binmene gerek yok zaten, güle güle ahahahaha.
Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. Başımda karım ve kızım bulunuyordu.
Hah kendine geliyor.
Babacım aç hadi gözlerini.
Ne oldu? Neredeyim ben?
Hastanedesin kocam.
Niye ki, ne oldu?
2 gündür sana ulaşmaya çalışıyoruz biz de, en sonunda polisler seni burada bulduklarını haber verdiler. Çok endişelenmiştik. Bir an için sana bir şey olursa kripto paralara yatırdığın paraları nasıl alacağız diye panikledim. Hangi borsada, hangi cüzdanda neyin var, şifrelerin neler, otantikeytır barkodun nered? Hiçbir şey bilmiyoruz valla, yaz bunları bir yere öğret bana da.
Ya harbiden ha, ben bunu hiç düşünmemiştim. Bu bize ders olsun. Ayrıca steemit hesabımda var, onu da yazayım. Gerçi orada bir şey yok gibi. Ya ben nasıl buraya gelmişim? Niye buradayım yani?
Valla belediye çalışanları seni kanalizasyonda bulmuş. Çırılçıplakmışsın, pislik içinde baygınmışsın. Ne yapıyordun orada? Yine Ninja Kaplumbağalar’ın ustası Splinter olduğunu falan mı sandın sen doğruyu söyle? Hatırlıyor musun?
Hatırlıyorum, hatırlamaz mıyım hiç. Hepimiz Gregor Samsa olsaydık keşke. Bu dünyanın ne boktan bir yer olduğunu hatırlıyorum. Kafka’nın böceğini ruhlarında taşıyan vicdan sahibi insanların artmasını istiyorum.
Babacım bak, dışarda arkadaşın olduğunu söyleyen bir amca sana bu çiçekleri gönderdi.
Kimmiş o kızım?
Bilmem belki yazıyordur üstünde.
Çiçeklerin arasında küçük bir kâğıda yazılı bir not bulunuyordu;
“Ne yazık onlara ki kalpleri temiz olmadığı için herkesi kötü sanırlar ve günahsıza ve günahkâra bir fark gözetmeden kötülük ederler. Ne yazık onlara ki duygulu çekingenliği korkaklık, samimiyeti yaltaklanma ve yardımı bir baskı sayarlar. Ne yazık onlara ki kendilerine açılan saf bir kalbi zaaflarından istifade edilecek, istismar edilecek bir akılsız sayarlar. Onların, geleceği yaratan insanlar arasında yeri yoktur. Unutulacaklardır” Oğuz Atay
Ya ne demiş bu yine? Varsa bir derdin, gel bir akşam oturup konuşalım, değil mi?
Kim ne demiş?
Kim olacak, al bak !
E burada, “Geçmiş olsun” yazıyor.
Haa... Kim yazıyor?
Ya yat dinlen sen, iyi değilsin. Yat uyu dinlen, korkutma bizi daha fazla.
Tamam yormayın beni. Bir de bana dolma yap be karıcığım, canım çekti.
İnşallah.
Amin!
Story & Image Copyright: Zihnimin Abuk Kuşu - OTahirOZGN
"Çok endişelenmiştik. Bir an için sana bir şey olursa kripto paralara yatırdığın paraları nasıl alacağız diye" bu kadar sıkıntının arasında derdimiz büyük.okuması çok keyifliydi.kaleminize sağlık.:)
Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Keyif almış olmanıza ayrıca sevindim :)
Mükemmel olmuş yine. Tebrikler. Anlatım güzel. Noktalama ve imla güzel. Zevkle okudum.
#edebiyat ve #tr etiketlerini kullandığınız için @edebiyat'tan upvote ve reesteem desteği aldınız.
Sevgiler.
Çok teşekkürler. Okumuş olmanız ve beğenmenize sevindim. 🙏
Tebrikler! Yazınız @tryardim topluluk hesabından oy kazanmıştır. Tr tagi altında yazmış olduğunuz kaliteli içerikleri görmekten mutluluk duyarız. Detaylı bilgi için TrYardım Desteklenen İçerikler 29 Mayıs 2018 bağlantısını ziyaret edebilirsiniz.
This post was showed by 4 different accounts to 19.000+ followers.
19.000+Followers can see you.(@tenorbalonzo,@hakanlama,@cemalbaba,@asagikulak) Send 0.200 Sbd or Steem. Post link as memo for (minimum 15 upvote)
How Cool!
You got a 14.93% upvote from @coolbot courtesy of @tahirozgen!
Help us grow, delegate today!
This post has received a 0.35 % upvote from @drotto thanks to: @tahirozgen.
You got a 6.99% upvote from @automation courtesy of @tahirozgen! This is a service sponsored by @yehey. Please consider voting @yehey for Witnes. Use this short URL link https://on.king.net/witness simply click and vote, this will redirect to Steem Connect for secure connection.
Interested to earn daily? Delegate Steem Power to receive 90% payout rewards. Use this link https://on.king.net/automation to delegate SP to @Automation.
If you need an extra upvote, join us at https://SteemChat.com discord server.
Have a lovely day.
@Automation - Keep Steeming for a better future.
This post has been upvoted by @minibot with 88.0%!
You want higher upvotes?
Vote for my creator @isnochys as witness!
Did you know, that you can make some profit with your witness vote?
More profits? 100% Payout! Delegate some SteemPower to @minibot: 1 SP, 5 SP, 10 SP, custom amount
You like to bet and win 20x your bid? Have a look at @gtw and this description!
Congratulations! This post has been upvoted from the communal account, @minnowsupport, by tahirozgen from the Minnow Support Project. It's a witness project run by aggroed, ausbitbank, teamsteem, theprophet0, someguy123, neoxian, followbtcnews, and netuoso. The goal is to help Steemit grow by supporting Minnows. Please find us at the Peace, Abundance, and Liberty Network (PALnet) Discord Channel. It's a completely public and open space to all members of the Steemit community who voluntarily choose to be there.
If you would like to delegate to the Minnow Support Project you can do so by clicking on the following links: 50SP, 100SP, 250SP, 500SP, 1000SP, 5000SP.
Be sure to leave at least 50SP undelegated on your account.