Kısa Hikayeler Serisi #2

in #tr6 years ago (edited)

Ne hayatının ilk günüydü bugün ne de son günü olacaktı. Ancak iyi bildiği bir şey vardı, bugün geçmiş hayatının son günü ve bundan sonraki hayatının ilk günüydü. Her yıkılışının ardından ayağa kalkmak için kullandığı bu parola, en zor günlerinde ayağa kalkmasını sağlamıştı ve bugün o zor günlerden birisini daha yaşıyordu. Son birkaç aydır gittiği dördüncü iş görüşmesiydi bu. Yine her zamanki cevabı almıştı "biz sizi ararız." Bunun iş görüşmelerinde kibarca sizi işe almayacağız demek olduğunu öğrenmesi biraz zaman almıştı. Üniversiteden mezun olduktan hemen sonra kariyer sitelerinden sayısız iş başvurusunda bulunmuştu. İş görüşmesine çağrıldığında sanki işe alınmışçasına bir sevinç ve heyecan duyuyordu. Hemen iş görüşmesine çağıran firma hakkında bilgi topluyor, çalışacağı pozisyon hakkındaki yorumları inceliyor ve iş hayatı boyunca yaşayacağı güzel şeylerin hayalini kurmaya başlıyordu. Firmadaki geleceğini hayal ediyor, belki bir gün kendi şirketini kurmayı bile umuyordu. Gittiği her iş görüşmesinden aldığı benzer cevaplarla öğrenmişti bu hayallerini yıkan cümlenin "biz sizi ararız" olduğunu.



Kaynak

Kafasında bu düşünceler dolaşırken, giriş katına kadar geldiğini fark etti. Dokuzuncu kattan merdivenleri birer birer inerek gelmişti. Şimdi ne yapsam diye düşündü. Normal şartlarda insanlar morali bozulunca alışveriş falan yapar ya da eğlenmeye giderdi. Ama şu an bu lüksü yoktu. Cebinde bulunan sayılı parasını da bu tarz şeylere harcayamazdı. Keşke dedi. Keşke babam yanımda olsaydı. Hiçbir zaman maddi sıkıntı çekmemişti o varken. Ufak bir çömlek atölyesi vardı babasının. Kilden çömlekler yaparak kazanırdı hayatını. Çok getirisi olduğu söylenemezdi aslında. Ama kanaatkar bir ailenin reisi olmanın verdiği avantajı kullanıyordu. Ailede kimse lükse düşkün değildi. Annesi ise tam anlamıyla tutumlu bir kadındı. Babası "seni ekonomi bakanı yapmak lazım" diye takılırdı annesine. Bir anda annesinin o gülümseyen tombik yüzü babasının kirli sakallı vakur duruşu belirdi gözünün önünde. Önce gözleri nemlendi, sonra çelik halatlarla bağlasa durduramayacağını hissettiği birkaç damla yaş süzüldü zayıf yanaklarına doğru. Yaklaşık 3 yıl olmuştu. Üniversite üçüncü sınıfın final haftasıydı. Sınavların yoğunluğundan çok konuşamıyordu ailesiyle. Bir arkadaşının İstanbul’da deprem olmuş haberiyle irkildi. Hemen telefona sarıldı. Hatlar kitlenmişti bile. Ulaşmak ne mümkündü sevdiklerine. Sabahlara kadar didindi ancak nafile. Üç gün sonra öğrenebildi ancak acı haberi. Annesi de babası da enkazın altında kalmıştı. Arama kurtarma ekibi enkazın altına ulaştığında ise her şey için artık çok geçti. Enkazın altında kalan annesi ve babası değildi, enkazın altında kalan gencecik omuzlarıydı Serhat'ın. Bu yaşta böyle bir acıyı yüklemişti deprem omuzlarına. Yıkılan ise bina değildi, yıkılan hayalleri, ümitleri ve ailesine olan sevgisiydi. Sınav bahanesinin ardına sığınarak aramadığı, son bir kez olsun doya doya konuşamadığı için süzülürdü gözünden yaşlar. Kendini hep suçlu hissetmişti ve hissedecekti. Yaklaşık on dakikadır dikiliyordu olduğu yerde. Binanın güvenlik görevlisi gözlerinden dökülen yaşları fark edince yanaştı yanına."Her şey yolunda mı genç?"dedi. "Yolunda ağabey yolunda" dedi. Yavaş adımlarla uzaklaşmaya başladı. Yalnız kaldım şu hayat yolunda diyememişti. Acının yoğurduğu o güzel kalbi her şeyi omuzlamayı öğretmişti ama dertlerini paylaşmayı öğrenememişti. Beyninin içini bir kurşun gibi delen korna sesleri arasında vardı otobüs durağına. Bu saatlerde pek de yoğun olmayan otobüsüne bindi ve yol aldı kiracısı olduğu evine doğru. Çok şükür ki amcam hayatta dedi. Kirasını ve iaşesini amcası karşılıyordu. Hiç yoktan bir desteği vardı arkasında…

Eve vardığında bir çay koydu kendisine. Çay demini alırken hayatının gemini eline alması gerektiğine karar verdi. Artık bunca yıl okudum ve okuduğum alanda çalışmak istiyorum düşüncesini bırakmalıydı bir köşeye. Herkes nasıl çalışıyorsa o da öyle çalışacaktı fabrikalarda. Hemen ertesi gün sanayi bölgesine gitti. Kapı kapı iş aradığını söyledi. Herhangi bir ustalığı olup olmadığı sorulduğunda "vasıfsız eleman" diyordu soranlara. Okumak bir vasıf değildi ne de olsa bu ülkede. Gün sonuna doğru bir metal fabrikasından aldı istediği cevabı. Yarın gel başla, yanında da gözden çıkardığın bir çift kıyafet getir, lazım olacak." Daha ne iş yapacağını bile bilmiyordu orada. "Üretimde çalışacaksın" demişlerdi sadece. Ertesi gün fabrikanın metal tozundan bir tarla olmuş üretim alanına girince gördü yapacağı işi. Kesilen metal boruları taşıyacak, düzenleyip paketleyecek, boyanan metal ürünleri istifleyecek ve bir de üretim şefi ne derse onu yapacaktı. Aslınca bir nevi üretim şefinin kölesi olacaktı. Olsun dedi kendi kendine. Biraz da hayatın bu tarafıyla yüzleşelim. Burada bile başlar başlamaz kendine bir hedef koymuştu. Sabredecek, işi öğrenecek ve üretim şefi olacaktı. Ağustos ayının bu sıcağında ciğerlerine metal tozu dolarken, tekrar geleceğe dair hayal kurmaya başladığını fark etti. Evet, aranan kan bulunmuştu. Eli yüzü kir içerisinde, çalışan kaynak makinelerinin cızırtısı altında bir kez daha tekrarladı kendi kendine “ Bugün geriye kalan hayatımın ilk günü.”

Bir önceki hikaye için:
https://steemit.com/steempress/@househusband/ksahikayelerserisi1-kmsa1fltd3


Posted from my blog with SteemPress : https://yusufucar.000webhostapp.com/2018/06/kisa-hikayeler-serisi-2

Sort:  

Hikaye çok güzel ve hüzünlü bir önceki hikayenizi de okudum yine pesimist bir hava var sanırım sizin tarzınız da bu :)

Hayatın tarzı bu diyelim :)

Coin Marketplace

STEEM 0.17
TRX 0.12
JST 0.027
BTC 61814.34
ETH 2979.06
USDT 1.00
SBD 2.48