Bilimkurgu Öyküsü - Gönülsüz Zaman Gezgini - Bölüm 1-2-3-4

in #tr6 years ago

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3

Bölüm 4

Karı koca olarak bildikleri için bize konağın üst katında geniş bir oda ayarladılar. Odaya girerken acaba burası Leyla’nın sürpriz bir biçimde başkasıyla baş göz olduğu oda mı diye düşünmeden edemedim. Odada tahmin ettiğim gibi tek yatak vardı. Ayşe’ye merak etmemesini, yerdeki kilimin üzerinde yatabileceğimi söyledim. “Ne münasebet, yatakta yatarız, korkma seni yemem” diye cevap verdi. Aklımdan ‘ateşle barut yan yana durmaz’ ve ‘sana güveniyorum ama kendime güvenemiyorum’ türünden düşünceler geçti ancak klişe kaçacağı için bunları ona söylemedim. Gece korktuğum başıma geldi; hem de bir değil iki kere. Yün kokan yastık ve yorganların arasında hararetli bir biçimde sevişirken keyfim gayet yerindeydi ancak sonradan plansız programsız gelişen bu samimiyet nedeniyle feci halde pişman oldum. Kendimi nedense boy boy çocuklar arasında tarlada çapa yaparken hayal etmeye başlamıştım. Çapa işi uzadıkça uzuyor, tarlanın tozu anlımın terine karışıyor. Sonra kirli tarla kıyafetleriyle Ayşe’nin yufka açtığı küçük kulübeye dönüyorum. Ortalıkta kaynağını bilmediğim ekşi bir koku var. Ayşe inekleri sağmadığım, kümesi temizlemediğim ve tezekleri duvara yapıştırmadığım için beni eleştiriyor. Çocuklar zırıl zırıl ağlarken aslında onun haklı olduğunu düşünüyorum.

Derin düşüncelere daldığımı gören Ayşe “Korkma, üstüne kalmam” dedi.

Konuyu değiştirmek için “Yok, o değil de, zaman kapsülü hâlâ gelmedi” diye yanıt verdim.

Ortalık öylesine karanlık ve sessizdi ki çok geçmeden uykuya daldık. Rüyamda zaman kapsülünün köpek kulübesi biçiminde gökten düştüğünü gördüm. Ayşe’yi geride bıraktığımı umursamadan kulübenin içine girmeye çalışıyorum, ama bir türlü sığamıyorum. Bu sırada kulübenin sahibi olan köpek gelip bacağımı iştahla ısırıyor. Canım feci halde yandığı için şimdi kesin uyanıp çağıma döneceğim diye düşünüyorum ancak olaylar hiç de öyle gelişmiyor. Çaresiz konağa girip Hüma Hanım’dan yardım istiyorum, bacağımı külle ovalarken bana pek bir manalı bakıyor, yok artık, o kadar da değil diyorum. Gece boyunca bunun gibi tuhaf rüyalarla boğuşup durdum, ortalık serin, karanlık ve sessiz olduğu için yataktan kalkmak da işime gelmedi. Sabaha karşı nihayet derin bir uykuya dalabildim.

Uyandığımızda güneş epeyce yükselmişti, Ayşe yataktan aceleyle kalkıp kapsül gelmiş mi diye pencereden dışarıya baktı. Bir ihtimal penceremizin baktığı tarafa değil de başka bir yere inmiş olabilirdi. Artık Ayşe’nin de geçmişte gereğinden fazla kaldığımızı düşünmeye başladığı anlaşılıyordu. Buna üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. Ev sahiplerinin verdiği entarileri giyilmedikleri anlaşılmasın diye kırıştırdık, kıyafetlerimizi giyip aşağıya indik. Evde koca memeli hizmetçi kadın dışında kimseler yoktu, dışarıya çıkıp evin çevresinde genişçe bir tur attık. Zaman kapsülüne benzer bir şey göremeyince kös kös eve döndük. Kahvaltı yapmadan yola düşmenin uygun olup olmayacağını konuşurken yerleri titreterek bize doğru gelen atlıları gördük. Dörtnala geldiklerine göre bize eve dönüş konusunda haber getiriyor olabilirlerdi.

Atlı grubunun en önündeki kel kafalı, beli kılıçlı adam arkadakilere “Bizans casusları burada” dedi. Çabucak atından indi, bizi baştan aşağıya süzdükten sonra “Deyyuslara bak sen hele” dedi.

Tepem atmıştı artık, “Sözlerine dikkat et, yoksa fena olur” dedim.

“Bağlayın bunları” dedi kel kafalı adam, sözlerimi dikkate almamıştı.

“Ali Merdan Bey’in konağında kimseyi bağlayamazsınız” dedi Hüma Hanım. Ahırdan çıkmış koşar adımlarla eve doğru ilerliyordu.

Adamlar Ali Merdan Bey’in ismini duyunca duraksadılar, ta ki komutanları “Ali Merdan Bey mi büyük Çandaroğlu Halil Bey mi?” diye sorana kadar. Sorulan sorunun yanıtı konusunda Hüma Hanım ile Çandaroğlu Beyliği’nin süvarileri farklı düşünüyorlardı. Bu ihtilafın sonucu olarak Hüma Hanım Ali Merdan Bey’in kılıcıyla atlıların üzerine saldırdı. Bu sırada konağın üst katından Hüma Hanım’a epeyce benzeyen bir kız çocuğu atlılara ok yağdırmaya başladı. Leş gibi ter kokan bir asker Ayşe’ye tokat atıp ellerini bağlamaya çalışınca bu kendini bilmez adamları 21. yüzyılla tanıştırmaya karar verdim. Montumun cebinden çıkardığım elektroşok cihazıyla önce Ayşe’ye saldıran askeri, ardından bana yanaşan komutanı elektrik enerjisiyle buluşturdum. Bu sırada anne ile kızın atlılarla olan kutsal mücadelesi devam ediyordu. Elleri birer gülle gibi iri olan bir süvari atını üzerime sürdü. Cebinden çıkardığım ikinci elektroşok cihazıyla süvarinin saldırısını savuşturdum, ancak bu arada sağlam bir yumruk yemekten kurtulamadım.

Yediğimiz sillelerden mi, yoksa çıkan gürültü patırtıdan mı bilmiyorum, özlemle beklediğimiz zaman kapsülü nihayet önümüzde beliriverdi. Kapsüle binip kapısını kapadık ve karşımızdaki onlarca düğmeye bakakaldık. Ayşe telaş içinde “Işınla bizi Scotty” diye bağırdı. Şaşkınlıktan ne yaptığını bilmiyor muydu, yoksa şaka mı yapıyordu, doğrusu anlayamadım. Birkaç saniye sonra gözlerimizi açıp zaman yolculuğundan tek parça halinde döndüğümüzü görünce yaşadığım rahatlamayı sözcüklerle tarif etmem mümkün değil.

Emniyet kemerlerimizi çıkardığımız sırada odanın kapısında beliren Berk’e “Bize yolculuk için gerekli tüm bilgileri aktardığına emin misin?” diye sordum.

“Ne oldu ki?” diye sordu Berk.

Aslında ‘Elinin körü oldu’ demem gerekiyordu ancak bunun yerine “Kapsül bir türlü gelmek bilmedi” dedim.

“Yan odada bir kahve içip hemencecik geldim” dedi Berk.

Ayşe öfkeli bir tonda “Hemencecik” diye tekrar etti.

“Sistemin içinde zaman dışarıya kıyasla hızlı akıyor, rüyalardaki gibi” dedi Berk.

“Peki bunu bize şimdi mi söylüyorsun” dedim Ayşe’nin öfkesine katılarak, o sırada Ayşe bana dönüp hayretle “Gözün morarmış” dedi.

“Beyin olup biteni gerçek olarak algıladığı için şey olmuş” dedi Berk.

“Bunu da şimdi öğreniyoruz, bravo.”

Berk sözlerimize bozulmuş gibiydi, “Pişman mısınız?” diye sordu.

Koltuğumdan kalkarken Ayşe’nin gözlerinin içine bakıp “Pişman değilim” dedim.

Görsel Kaynağı: https://pixabay.com/photos/pocket-watch-time-of-sand-time-3156771

Sort:  

Devamı var değil mi hocam? Tadı damağımda kaldı da. :)

Eğlenceli bir üslupla yazmışsınız. 1200'lü yılların yerel unsurlarına çok hoş yer vermişsiniz. Osmanlı dilinden biraz daha faydalansanız nasıl olurdu diye düşünmeden edemedim...

Emeklerinize sağlık. :)

Devamı şimdilik yok. Elimde 1960'lı yıllarda derlenmiş bir Anadolu sözlü öyküler antolojisi var. Oradan devşirdiğim birkaç hoş hikaye daha var. Zaman yolculuğu konsepti üzerinden belki bir gün bu maceraları sürdürürüm.

Kendimi nedense boy boy çocuklar arasında tarlada çapa yaparken hayal etmeye başlamıştım

:)) Tüm olanlar arasında bir de modern korkularını yanında taşıması ve onlarla da kafasını kurcalaması çok eğlenceli olmuş.

Ayrıca elektroşok cihazı ve döndüğünde gözünün morarmış olması da hikayede iyi ki olmuş dediklerimden.

Yazarken benim de hoşuma gitti :)


Bu yazı Curation Collective Discord Sunucusunda küratörlere önerilmiş ve manuel inceleme sonrasında @c-squared topluluk hesabından oy ve resteem almıştır.
This post was shared in the #turkish-curation channel in the Curation Collective Discord community for curators, and upvoted and resteemed by the @c-squared community account after manual review.
@c-squared runs a community witness. Please consider using one of your witness votes on us here

Teşekkürler :)

Coin Marketplace

STEEM 0.18
TRX 0.15
JST 0.029
BTC 63191.06
ETH 2551.41
USDT 1.00
SBD 2.65