KAYIP #2 - Karanlık Dünya

in #tr6 years ago (edited)

2. Bölüm ( Karanlık Dünya)

6211.gif

Bu bölümü okumadan önce 1. Bölümü okumak isterseniz. KAYIP #1 - Sesleniş postunu ziyaret edebilirsiniz.
divider-lines-png-7.png

Gözlerinizi kapatın ve bir deniz kıyısında olduğunuzu hayal edin. Bembeyaz sıcacık kumlara basarak yürüyorsunuz sahilde. Hasırdan yapılmış bir şemsiyenin altında duran şezlonga uzanıyorsunuz ve dalgaların sesiyle rahatlıyorsunuz. Gözlerinizi açtığınızda hayal ettiğiniz şeylerin hiç de öyle olmadığını gördüğünüzde ne yapardınız. Paramparça olmuş bir dünya hayal edin mesela. Gökyüzünde parlayan ayın ışığının kızıl olduğunu ve denize vuran yakamozların. Burnunuza gelen leş ve çürümüşlük kokusu, bastığınız toprağın üzerinde her yeri kaplamış iğrenç böcekler. Korkmayın kapatın gözlerinizi ve kızıl ayın ışığında yere yansıyan ağaç gölgelerinin sizi kovaladığını hayal edin…

Mert gazetedeki haberi okudukça içim kurudu aslında. Kaçıp gitmek istiyordum buradan. Ama kafamın içinde duyduğum sesler bana engel oluyordu. Kayıp kız bulunduğumuz yere çok yakın bir köyde kaybolmuştu. Beni yanına çağırıyordu. Buradayım gel beni kurtar diyordu. İyi ama küçük kız neredesin? Hala bu köydeysen seni nasıl bulamadılar?

Köye yakın olduğumuzu öğrenince tutamadım kendimi. Arkadaşlarımla konuşup haydi gidelim dedim. Gidelim de bir sorup soruşturalım yoksa kafayı yemek üzereyim. Kırmadılar beni ve koyulduk yola. Gitmiyordu kafamın içindeki ses. Köye yaklaştıkça sadece bir ağlama sesi duymaya başladım. Küçük Zeynep. Neredesin? Nasıl bulacağım seni. Ve nasıl benim kafamın içindesin? Köyün meydanında durduk önce. Köy camisinin hemen önünde oturan iki yaşlı amcaya sorduk kayıp kızı. Hemen gösterdiler evlerini ama amcalardan biri.

“Ne yapacaksınız kızım siz o uğursuzları.” dedi.

Anlamadım neden böyle bir şey söyledi. Evladını kaybetmiş bir aileyi uğursuzlukla suçlamakta neydi. Durmadık hemen gittik gösterdikleri evin önüne. Evin önünde evin çatısı ile aynı yükseklikte devasa bir balkona benzeyen bir yapı vardı. Altı boşluk büyük bir avlu. Avluya kurulmuş urgan ipinden bir salıncak var ve salıncakta sallanan küçük bir çocuk. Yanına yaklaştım yavaşça.

“Burada mı oturuyorsun?” diye sordum.

“Evet” dedi.”

“Adın ne” dedim.

“Ahmet” dedi.

“Ahmet annen nerede?” dedim.

“Yukarıda oturuyor. Ablamı bekliyor” dedi.

Çıktık yukarı hemen hiç durmadan. Ahmet’in dediği gibi annesi yukarıda beton zemin üzerine oturmuş birini bekliyor. Yanına gittik oturduk konuşmaya çalıştık ama cevap vermedi. Çok uğraştık ama olmadı. Sonra tutamadım kendimi ve Zeynep için geldik dedim. Parladı gözleri bir anda. Öyle bir baktı ki gözlerimin içine. İçimi yaktı attı resmen. Çözüldü bir anda yaralı annenin dili.

“Sen nerden tanıyon Zeynep’imi.” dedi.

Ayşe sokuldu yanıma hemen.

“Elif yapma.” dedi.

Ama durmadım. Artık bitsin istiyordum bu işkence. Olan biteni anlatmaya başladım teyzeye. Gördüğüm rüyaları, duyduğum sesleri, yolda gelirken yaşadıklarımı. Teyze bir anda ayağa kalktı ve tebessüm eder bir şekilde gözlerime baktı.

“Sen şimdi Zeynep yaşıyo diyon öyle mi?” dedi ve boynuma sarıldı.

Ben içimdeki acıdan ve korkudan kurtulma çabası ile ne yaptığımı bilmeden bir anneyi derinden yaraladığımı fark etmemiştim. Koşarak gitti, eve girdi koca yürekli kadın. Arkadaşlarım biraz öfkeli birazda üzgün bir yüz ifadesiyle bakıyorlardı bana. Hata yaptım farkındayım ama beni de anlayın koruyordum işte.

Kadın koşar adım çıktı evden elinde bir fotoğrafla.

“Kızım bu bakın. İşte Zeynep’im bu. Sen şimdi tanıyon mu? benim kızımı söyle nerde gördün” dedi.

Sanki söylediklerimi hiç dinlememiş gibiydi. Zar zor sakinleştirdik kadını ama bırakmadı bizi. O gece evinde kalmamız için yalvardı resmen. Kabul ettik mecburen. Akşam yemeğini yedikten sonra yapacak çok fazla şey olmayınca odalarımıza çekildik ve yattık yataklara. Aklımda hala gün içinde olan biten şeyler vardı. Bir oraya döndüm bir buraya ama uyumak imkânsızdı. Sonra daraldım bir anda nefes alamaz gibi oldum. Ayşe’ye de söyledim attım kendimi dışarı. Tertemiz bir gökyüzü misk gibi bir hava, çektim içime derin derin. Hava biraz soğuktu ama çok aldırış etmedim. Sonra kötü bir koku gelmeye başladı burnuma. Çürümüş kokuşmuş iğrenç bir koku. Dayanamadım tekrar eve girdim. Mecburen vurdum kafayı yattım. O gece, yine aynı rüyayı gördüm. Çıplak ayaklarımla ay ışığı altında bir ormanın içinde yürüyordum. Yine soğuktu hava. Soğuğu iliklerime kadar hissediyordum resmen. Ama bir farklılık vardı bu sefer. Böcek sesleri geliyordu etraftan. Gökyüzündeki ay kızıldı ve yürüdüğüm yerler leş gibi kokuyordu. Sık çalılarla kaplı bir yerden geçtim ve üstüm başım param parça oldu. Çalı dikenleri vücuduma batıyor ve derimi parçalıyordu. Acıyı hissediyordum resmen. Sonra o sesi yine duydum. Bu defa kafamın içinden değil de gezdiğim ormanın derinliklerinden sesleniyordu bana.

“Çabuk ol. Kurtar beni.” diye bağırıyordu.

Bir anda adımlarımı hızlandırdım ve sesin geldiği yere doğru koşmaya başladım.

“Zeynep neredesin?” diye bağırıyordum ama ses hiç değişmiyordu.

“Çabuk ol. Kurtar beni.”

Ben sese doğru daha hızlı adımlarla ilerledikçe etraf sessizleşmeye ve daha da karanlık olmaya başladı.

“Zeynep lütfen nerde olduğunu söyle.” diye bağırıyordum ve daha hızlı yürümek için çabalıyordum.

Orman git gide sıklaşıyor ve karanlık artıyordu. Önümü görmekte zorlanıyordum. Bir an durdum ve etrafıma bakındım. Neredeyse zifiri karanlık olmuştu. Tüm sesler kesilmişti birden. Ağaçların arasından sızan ay ışığını görmeye çalışıyordum ama kafamı nereye çevirsem gözlerimin önüne siyah bir perde iniyordu sanki. Karanlık beni boğmak istermiş gibi üzerime geliyordu. Korkuyordum ama yine de küçük kızı bulmak istiyordum. Son bir gayretle bir daha seslendim.

“Zeynep neredesin?”

Ve ilk defa farklı bir şey duydum.

“KAÇ”

Bir anda etrafımdaki gölgeler canlanmış gibi üzerime gelmeye başladılar arkamı döndüm ve koşmaya başladım. Nereye dönsem karanlık beni takip ediyordu. Etrafta kimse yok ama birisi beni tutmaya çalışıyordu sanki. Ayaklarım, ellerim, kollarım ve saçlarım karanlıkta kalan her bir parçam sanki birisi tarafından tutulup çekiliyor gibiydi. Zar zor görüyordum ay ışığını ve o ışığa doğru koşmaya çalışıyordum. Kendimi zorladıkça daha da kötü oluyordu her şey. Artık pes etmek üzereydim ve dayanamadım kendimi bıraktım. Ayaklarımda derman kalmamıştı. Önce yere diz çöktüm sonra karanlık beni yakaladı. Dünyanın ağırlığı üzerime çöküyor gibi oldu bir anda. Taşıyamadım bu yükü ve yüz üstü yere yığıldım. Üzerimdeki baskı nefes almama en gel oluyordu. Yardım dilemeye çalışıyordum haykırmak istiyordum ama sesimi duyacak kimse yok ve zaten sesim çıkmıyordu. Gözlerimi kapadım ve dua etmeye başladım.

“Allah’ım bitsin artık bu rüya”

Bir anda bir çığlık sesi yankılandı etrafımda. Ve yine aynı ses. Kaç diye bağırdı. Birkaç metre ötede küçük bir kız var gücüyle çığlık atıyordu. Kafamı kaldıramıyordum yerden. Küçük kızı görmek için çabalıyordum ama üzerime çöreklenen bu karanlık şey çok ağardı. Küçük kız çığlık atıp her defasında kaç diye bağırıyordu. O çığlık attıkça beni tutan şey saki gücünü yitiriyor gibiydi. Kız bağırdıkça yüküm hafiflemeye başladı kafamı kaldırdım ve küçük kızın ayaklarını gördüm. Çığlık atarak koşmaya başladı ve bana.

“Kaç. Ay ışığını takip et.” dedi.

Zar zor kalktım ayağa. Küçük kız çığlıklarıyla gölgeleri kendi peşine taktı ve benim kurtulmam için bir fırsat yarattı. Yapacak hiçbir şeyim yoktu. Hemen ay ışığının ormanın içine doğru geldiği yere koşmaya başladım. Koştukça ormanın sıklığı azalmaya ve karanlık azda olsa kaybolmaya başladı. Durmadım ve ışığa doğru koşmaya devam ettim. Ormanın sıklığı iyice azaldı kulağıma dalga sesleri geliyordu. Sesin geldiği yere doğru koştum ve ormandan kurtulup bir sahile çıktım. Kumsal ölü böceklerle kaynıyordu ve kızıl ayın ışığı kan kokulu denizin üzerine vuruyordu. İçimdeki korkuyu atamadım bir türlü. Hala beni takip edebilirlerdi. Ama ormanın içinde beni kurtaran o küçük kız Zeynep miydi? Aklım karma karışık oldu. Bir yanda tekrar ormana dalmak ve o kızı kurtarmak istiyordum ama diğer yandan korkularım bana engel oluyordu. Çaresiz bir şekilde ne yapacağımı düşünmeye başladım. Bir rüyanın içindeyim biliyorum ama uyanamıyordum. Her şeyi bir kenara bıraktım sonra oturdum ve ağlamaya başladım. Çaresiz bir çocuk gibi uzandım böcekli kumsala ve ağlayarak gözlerimi kapadım.

Bir anda kuş sesleri duymaya başladım. Gözlerimi açtım baktım ki yatağımdayım. Ayşe hemen karşı karyolada yatıyordu. Uykulu gözlerimi açmadan ona seslendim kalk hadi sabah oldu diye. Artık normal karşılıyordum uykumda olan şeyleri. Sanki gece kâbus görmemişimde mışıl mışıl uyumuşum gibi davranıyordum sabahları. Ayşe kaldırdı kafasını yataktan hemen telefonuna uzandı. Saate baktı ve.

“Kızım bu saatte kalkıp ne yapacağız daha kargalar bile kahvaltı yapmadı.” dedi.

Gülmeye başladım söylediği şeye.

“Kalk kızım kalk el alemin evindeyiz.” dedim.

“Haklısın.” diyerek doğruldu yattığı yerden.

Bana doğru döndü be donup kaldı.

“Ne oldu kızım sana. Bu ne hal.” dedi.

“Ne varmış halimde.” dedim ama söylediği şeye hala gülüyordum.

Doğruldum yattığım yerden bir baktım ki üstüm başım pislik içinde. Elbiselerimin her yeri yırtılmış paramparça olmuş. Kollarım, bacaklarım yara bere içinde. Telefonun kamerasını açtım yüzüme baktım her yerimde morluklar vardı. Elbiselerim leş gibi kokuyordu. Ayşe’nin yüzündeki korku dolu bakışlar beni daha da korkutmaya başladı.

“Nereye gittin sen gece.” diye sordu bana.

Ama ben bir yere gitmedim. Yattım uyudum. Bu nasıl oldu anlamadım. Bağırarak konuşmalarımızı yan odadan duydu bizimkiler. Koşup odaya geldiler. Mert ve Burak benim o halimi görünce deliye döndü. Olan biteni anlamaya çalışıyordum. Gördüğüm rüyayı anlattım arkadaşlarıma. Mert bir ara.

“Bırak bizimle kafa yapmayı.” dedi.

Artık arkadaşlarımda bana inanmıyorlardı. Sonra sesimizi duyan Hatice teyze geldi yanımıza. Bana baktı arkadaşlarıma baktı. Hiç şaşırmamış gibi.

“Zeynep’i gördün mü?” dedi.

Şok oldum. Ne diyeceğimi bilemedim o anda. Hatice teyze bir şeyler biliyordu ve bize söylememişti. Elim ayağım titremeye başladı. Yatağın üzerine oturdum. Hatice teyze ısrarla.

“Zeynep’i gördün mü? diye soruyordu bense olan biteni anlamaya çalışıyordum.

Çıkardım herkesi odadan ve Hatice teyze ile konuşmaya başladım. Bildiği şeyleri anlatması için yalvardım resmen. Kadın konuşmaya başladıkça kendimi bir korku filminin içinde gibi hissetmeye başladım. Eskiden yaşadığı şeyler sanki bir film senaryosuydu. Kızının aslında ölmediğini. Karanlık dünyada hapis kaldığını ve oradan çıkamadığı söyledi. Kendisi artık o dünyaya geçemediği için ona ulaşamadığını bunu yalnızca benim yapabileceğimi söyledi bana.

Ben iyice kafayı yedim herhalde diye düşünmeye başladım. Bu nasıl bir tezgâh anlamadım. Kötü bir şakanın içinde gibiydim. Kalktım eşyalarımı toplamaya başladım. Kadın bir anda elime sarıldı bana yalvarıyordu resmen.

“Kızımı senden başkası kurtaramaz yardım et” diyordu.

Ama anlattığı şeyler o kadar saçma gelmişti ki bana bir an önce oradan uzaklaşmak istedim. Anlam veremiyordum yaşadıklarıma. Üstümün başımın pisliği bir yana gece gördüğüm rüya ile bu yaşananları örtüştürmek çok zor geliyordu. Bir yandan da içimi kemiren o gerçeklik korkusu vardı tabi. Hatice teyze oturmuş yerde ağlıyor ve bana yalvarıyordu. Dayanamadım oturdum yatağın üzerine. Her şeyi tüm detayı ile anlatmasını istedim.
Bana ölülerin geçit olarak kullandığı bir dünyanın var olduğundan bahsetmeye başladı. Karanlık ve soğuk bir dünya. Kırmızı renkli ışık yayan bir aya sahip ve rüzgârlarında çürük leş kokusu denizlerinde ise kan kokusu olan bir dünyadan. Bu dünyadan oraya geçmek bazı insanlar için mümkün olabiliyormuş. Hatice teyze çok küçük yaşlarında fark etmiş bu özelliğini. Büyük annesine olan biteni anlattığında bu özelliğin aileden gelen bir şey olduğunu ve kendi soylarından gelenlerin birçoğunda karanlık dünyaya gidebilen insanlar olduğunu söylemiş. Tek tek anlatmış o dünyanın inceliklerini. Uzak durulacak şeyleri gidilmeyecek yerlerini. Doğrusu, oraya hiç geçmemekmiş ama çocuk olduğunuz dönemde bunu kontrol etmek çokta kolay olmuyormuş. Hatice teyze, kızı Zeynep’te de aynı şeyin olduğunu anladığında çok geç kalmış aslında. Gittiği yerden nasıl döneceğini bilmeyen küçük kız orda sıkışıp kalmış. Hatice teyze defalarca onu kurtarmak için yolculuk yapmış ama sonunda vücudu yorgun düşmüş. Artık karanlık dünyaya geçecek ve orada kızını arayacak kadar gücü kalmamış.

Peki, bu şey beni nasıl buldu? Bu dünya üzerinde bu yolculuğu yapabilecek kaç kişi var? Ya Zeynep gittiği yerde hayatta kalmayı nasıl başardı? Hatice teyzenin anlattığı hikâyeye inanmak istesem de kafamda deli sorular dolanıyordu. Ama yine de dün gece orada olduğumu biliyordum. Gerçekten orada karanlık bir dünyada kızıl ayın altındaydım. Ve o küçük kızı kurtarabilecek tek kişi bendim…

Bölümün sonu.

Sort:  

Bu yazı Curation Collective Discord Sunucusunda küratörlere önerilmiş ve manuel inceleme sonrasında @c-squared topluluk hesabından oy ve resteem almıştır.
This post was shared in the #turkish-curation channel in the Curation Collective Discord community for curators, and upvoted and resteemed by the @c-squared community account after manual review.

Coin Marketplace

STEEM 0.19
TRX 0.15
JST 0.029
BTC 62980.29
ETH 2631.01
USDT 1.00
SBD 2.82