Dramatik fakat harika bir ask hikayesi

in #tr7 years ago

Burada anlatacağım hikayeyi epey uzun ama zamanınız olduğunda sonuna kadar okumanızı tavsiye ediyorum. Çünkü gerçekten aşık olan, seven bir insanın nelere katlanabileceğini, nasıl kendinden vazgeçebileceğini, sevdiği için ne tür özverilerde bulunabileceğini anlatıyor. Günümüzde var mıdır sevdiği için böylesine fedakarlık yapabilecek insan? Tam örtüşmese de çok benzerlikleri olan birini biliyorum ben...

Gelelim hikayeye…

Ülkenin birinde iki çok yakın arkadaş varmış. Birbirlerini inanılmaz seviyorlarmış ve gerçek dost tanımlamasını tüm tanıdıklarına gösteriyorlarmış. Günün birinde bu iki arkadaştan birinin oğlu olmuş… Birkaç yıl sonra da diğerinin kızı… Arkadaşlar o kadar seviyorlarmış birbirlerini ki, çocuklarını beşik kertmesi yapmışlar. Büyüdüklerinde evleneceklerine ve doğrultuda alınan kararın uygulanacağına dair yeminler etmişler…
Aradan uzun yıllar geçmiş… Erkek de, kız da büyüyormuş. Erkek, liseyi bitirmiş, Tıp Fakültesini kazanmış… Kız da henüz orta okulda okuyormuş… Tıp Fakültesini kazanan erkek, uzak bir kente gitmiş… Okul bitene kadar da dönmemiş… Okuluna o kadar bağlıymış ki, yazları bile burada çalışıyor, hastanede çalışan hocalarına yardım ediyormuş. En iyi doktor olmak için müthiş bir savaş verme kararını sonuna kadar korumuş…Kız ise yaşadığı kentte üniversiteyi bitirmiş ama henüz çalışmaya başlamamış…Sevdiği erkeğin dönmesini ve evlenmeyi bekliyormuş.
Genç erkek zaman zaman anne ve babasına mektup yazıyormuş ama ne kıza, ne bir başkasına tek selam bile göndermiyormuş… Okuluyla öylesine yoğunlaşmış ki, ne beşik kertmesi olan kızı, ne bir başka şey düşünebiliyormuş... Babası ve annesi de oğullarına sürekli mektup gönderip, kendisini özlediklerini söylerken, bir yandan da beşik kertmesi kızla evlenmesi için okulun bitmesini sabırsızlıkla beklediklerini araya sıkıştırıyorlarmış.
Nihayetinde delikanlı Tıp Fakültesini bitirmiş ve artık genç bir doktor olarak hizmet yarışına hazır hale gelmiş… Artık eve dönme zamanı da gelmiş… Tüm aile bireyleri genç delikanlıyı dört gözle beklerken, beşik kertmesi kız da heyecanla onun yolunu gözlüyormuş. Eve geldiğinde anne ve babasıyla hasretle kucaklaşmış… Öylesine büyük özlem doluymuş ki etrafta başka kimseyi görmüyormuş… Sonra, “Hoş geldin” diyen bir kız sesi duymuş… Dönüp, ‘hoş bulduk’ derken karşısında yüzü çiçek bozuğu olan ve çirkin sayılabilecek bir kızla yüz yüze gelmiş… Babası, ‘beşik kertmen’ diye tanıttığında, genç erkeğin yüzünün şekli değişmiş…
‘Olamaz’ demekle yetinmiş…
Aradan bir süre geçmiş ve babasıyla annesi genç delikanlıya, artık evlenme tarihini belirleme konusunu açmış… Delikanlı, “Ben o kızla asla evlenmem. Çok çirkin ve onunla ömür boyu bir arada yaşayamam” diye kestirip atmak istemiş… Ancak anne ve baba, iki ailenin dostluğundan, verilen sözden asla dönülmeyeceğini anlatarak çocuklarına evlenmekten başka çaresinin olmadığına ikna etmeye çalışmışlar, hatta bunu dayatmışlar da…
Genç erkek, “Peki evlenirim ancak onunla asla bir araya gelmem. Bu evden ve kentten uzaklaşıp, kendimi adadığım mesleğim için kent kent, ülke ülke dolaşırım” diyerek bu dayatmaya karşılık vermiş… Anne ve baba da çaresiz bu isteği kabul etmişler.
Evlilik hazırlıkları, nikah derken, iki genç evlenmiş… Erkek nikah masasından kalktıktan sonra kızın yüzüne hiç bakmamış. Bir kez elini bile sıkmamış… Evde kaldığı süre içinde başka bir odada yatmış… Kız sabırla erkeği beklemiş ancak gelen giden olmayınca kaderine razı olmuş…
Genç erkek, çok uzak bir kentte göreve başlamış… Yıllarca memleketine gelmemiş… Doktor olarak çok başarılı olmuş, öylesine ameliyatlara, öylesine operasyonlara imza atıyormuş ki çok genç yaşta şöhreti ülkenin her yanına yayılmış.. Genç erkek anne babasını özlediği için 5-6 yıl sonra memleketine dönmüş… Ailesiyle yine büyük özlemle hasret gidermiş… Artık eşi olan kadın kapıdan belirmiş… ‘Hoş geldin’ sözüne karşılık, ‘Sen hala burada mısın? Ayrılmadın mı bu evden? Bu kadar süre neden bekledin ki beni? Fark etmedin mi benden sana hayır yok” diye kızmış…
Genç kadın hiç sesini çıkarmamış, büyük bir üzüntüyle odasına yollanmış… Genç erkeğin anne babası ise, “Bak oğlum, yanlış yapıyorsun. Bu kız belki o kadar güzel değil. Ama öylesine karakterli, öylesine sana bağlı ve seviyor ki, biz zorla göndermesek anne ve babasının evine bile gitmek istemiyor. Anne babası senden ayrılması için baskı yapıyor ama bunu asla kabul etmiyor. Bu baskılardan bunaldığı için artık anne ve babasının evine bile gitmiyor. Senin kaldığın odada saatlerce kalıyor. Kokunu hissederek yaşıyor. Bize de mükemmel bakıyor. Bir tek sana sevgisinden dolayı her türlü sıkıntıya katlanıyor” diyerek çocuklarını yumuşatmaya çalışıyorlar. Ama nafile… Genç doktor, “Şartlar ne olursa olsun, ben onunla karı-koca hayatı yaşamam” diyor ve evden ayrılıyor.
Doktor mesleğinde her geçen gün ilerliyor. Doçent oluyor. Hastalarını tedavilerde uyguladığı yöntemler tüm dünyada örnek gösteriliyor. Artık ülkeden ülkeye ameliyatlara, hasta tedavilerine koşuyor.
Yine bir gün anne ve babasını görmek için doğup büyüdüğü kente geliyor. Anne ve babası artık yaşlanmışlar, yatalak bir hayat sürüyorlar neredeyse… Onlarla hasret giderdikten sonra yine henüz bir kez elini tutmadığı karısının ‘hoş geldin’ sözüyle irkiliyor. Karısının çiçek bozuğu yüzüne ve bunun kendine verdiği çirkin görüntüye rağmen, muhteşem, mavi ve parlak gözleri herkesin dikkatini çekiyor. Ama bir tek bu şöhreti de yakalayan doktor; o gözleri görmesine rağmen güzelliğinin farkına varamıyor. Ama, “Sen nasıl bir kadınsın, neyi bekliyorsun hala?” şeklindeki bir çıkış yaptıktan sonra odasının yolunu tutuyor.
Doktorun anne babası bir kez daha oğullarını ikna etmeye çalışıyorlar; “Yavrucuğum, senin henüz elini bile tutmadığın karın olmasaydı, biz belki de yaşamıyorduk. Bu halde bizi yıllardır bakıyor. Altımızı bile temizliyor, yemeğimizi yediriyor, banyomuzu yaptırıyor. Hiçbir şeyimizi eksik etmiyor. Gecesini, gündüzünü bize adamış, sadece senin yolunu gözlerken hüzünleniyor. Bize o kadar güler yüz gösteriyor ki, öylesini bulmak mümkün değil. Muhteşem bir insan ve ona çok büyük haksızlık yapıyorsun” diyorlar. Ama yine doktor çocuklarının inadını kıramıyorlar.
Doçent olan doktor, başka bir ülkede, dünyanın en önemli hastanesinde göreve başlamak için yola çıkıyor. Zaten dünyanın en önemli doktoru olarak kabul edilmeye başlanıyor. Artık profesörlük unvanını da alıyor. Dünyanın birçok ülkesinde panellere katılıyor, brifingler veriyor. Açıklamaları, Tıp dünyasına getirdiği yenilikler gazete manşetlerini, televizyon ana haberlerini süslüyor. Neredeyse Tıp dünyası onun etrafında dönmeye başlıyor. Fakat bir gün gözlerinin buğulu görmeye başladığını fark ederek şaşırıyor. Bir göz doktoruna gidiyor. Yapılan muayeneden sonra kendisine, “Gözlerin aşırı yıpranmış ve kurtuluş şansı yok. Kör olacaksın” şeklinde teşhis konuluyor. Muayeneyi gerçekleştiren doktor, “Sadece birisi sana gözlerini verirse görebilirsin” diye de umutlandırıyor. Ama profesör tam bir şok geçiriyor.
Kim kime gözlerini verir ki?
Gözleri olmadan işini asla yapamayacağını biliyor. Bunalımlara girmeye başlıyor. Bu arada gözleri yavaş yavaş kör oluyor. Büyük bir acı çekiyor. Yapacak bir şeyi yok. Mesleğini bırakmak zorunda kalıyor ve ülkesine, doğup büyüdüğü eve dönüyor. Otomobilden indiğinde, yanında koluna giren bir yardımcı tarafından eve kadar getiriliyor. Yatalak anne babasının yanına çıkarılıyor. Onlarla hasret giderdikten sonra acı gerçeğini, çarenin ne olduğunu anlatıyor. Oğullarını çok seven yatalak anne ve baba bile gözlerini vermek istemiyorlar. “Oğlum zaten bizim gözlerimiz de iyi görmüyor” demekle yetiniyorlar. Doktor büyük bir şaşkınlık içinde odasına çıkıyor, artık hiç kimseyle görüşmek, konuşmak istemediğini söylüyor. İnzivaya çekiliyor.
Bu durumu, doktorun 25 yıldır bir kez bile elini tutmadığı karısı öğreniyor. O da yıkılıyor. Bir süre acı içinde kıvranıyor. Sonra bir gün kayınpederi ve kayınvalidesinin yanında soluğu alıyor. Diyor ki, “Sevdiğim adama benim gözlerimi verme kararı aldım.” Bu karar anne ve babayı şok ediyor. “Nasıl olur? Seninle bir kez bile bir araya gelmeyen, aşağılayan, elini tutmaktan bile sakınan bir insana gözlerini hangi nedenle verirsin?” diye tepki gösteriyorlar. “Çünkü” diyor, “Ben onu seviyorum. Ama bundan daha önemli olan, o gözleri olmasa bir tek hastayı bile iyileştiremez. İnsanlığın, ona çok büyük ihtiyacı var. Nice ameliyatlar yapmalı, binlerce hastayı kurtarmaya devam etmeli” diye sözlerini sürdürüyor.
Yaşlı anne ve babanın gözyaşları sel oluyor. Bu özveri, eli öpülesi kadına minnetle bakıyorlar. “Sen ne büyük bir insanmışsın” diyorlar, elini öpmek istiyorlar. Kabul etmiyor. “Bu benim görevim… Çünkü benim gözlerim bir tek bana ışık veriyor ama kocamın gözleri tüm insanlığı aydınlatacak” diyerek sözlerini devam ediyor ve, “Sizden bir tek şey istiyorum. Bu yaptığımı kocama asla söylemeyeceksiniz” şeklinde söz isteyerek konuşmasını bitiriyor. Anne ve baba söz veriyorlar. Sonra kadın ünlü bir göz doktoruna gidiyor. Gözlerini kocası için vereceğini söylüyor ama bunun bir sır olarak kalmasını istiyor. Ünlü doktor, kadına hayret ediyor ama teklifi de kabul ediyor. Sırrını asla kimseyle paylaşmayacağına dair de söz veriyor.
Ve bir gün ünlü göz doktoru, bizim profesörün evine gidiyor, odasına çıkıyor, “Müjde, sana gözlerini verecek bir kişi bulduk” diyor. Profesörün kör gözleri neredeyse görecekmişcesine fal taşı gibi açılıyor. Duyduklarına inanamıyor. Böylesine büyük bir özveride kim bulunabilir ki? Annesi mi, babası mı, bir hastası mı?
Kim?
Göz doktoru, kendisine gözlerini bağışlayanın bunun bir sır olarak kalmasını söylediğini ve yaptığı Hipokrat yeminine asla ihanet edemeyeceğini söylüyor. Profesör büyük bir minnet duygusuyla birlikte hastanenin yolu tutuluyor. Ameliyat uzun sürüyor. Başarıyla gerçekleşiyor. Profesörün gözlerindeki bantlar alındığında, aynaya bakıyor. Kendisinde bulunan bu gözleri bir yerlerden anımsar gibi oluyor ama çıkaramıyor. Büyük bir sevinç içinde eve dönmüş. Yatalak anne babasının odasına koşarcasına çıkmış, artık gözlerinin gördüğünü anlatmış. Bir kişinin kendisine büyük bir iyilik yaptığından söz etmiş...
Profesör gözleri görerek eve döndükten sonra yüzüne bile bakmak istemediği karısını hiç görmemiş. Anne babasına, "Karımı görmedim, gitti mi?" diye sormuş. Onlar da odasına kapandığını, kocasına artık görülmek istemediğini söylemişler. Profesör şaşırmış ama çok da önemsememiş.Yeniden görev yaptığı üniversiteye dönme kararı vermiş... Yol hazırlıkları yapılmış ve otomobille evden ayrılmış... Ancak evde bir şey unuttuğunu anlamış ve geriye dönmüş..
Eve girdiğinde, kocasının artık gittiğini düşünen eşi de odasından çıkmış, merdivenlerin başına doğru zorla yürüyormuş... Profesör tam bu sırada bir kez bile bir araya gelmediği karısının belirdiğini görmüş. Kadın ayağını atarken, sendelediğini ve merdivenlerin tutamağına yapışmaya çalıştığını fark etmiş. O çok az baktığı parlak gözlerinin olmadığını görmüş...
Profesör bir anda şoka uğramış, olduğu yerde dizlerinin üzerine düşmüş. Gözlerinden oluk oluk yaşlar boşalmaya başlamış. Kendisine gözlerini verenin, bir kez bile elini tutmadığı, yüzüne bakmak bile istemediği, ona olan sevgisi yüzünden 25 yıl sabırla bekleyen, yatalak anne ve babasına kendi anne ve babasından bile çok daha özveriyle bakan kadın olduğunu anladığında vicdan azabı içinde adeta boğulmuş. Beyni zonklamış, kalbi duracakmış gibi olmuş. Böyle bir kadına nasıl da yıllarca işkence hayatı çektirdiğini düşündükçe kahrolmuş. İyileştirdiği binlerce hastaya yaptığı hizmetin hiçbir önemi olmadığını düşünmeye başlamış...
Eli öpülesi, aşık olunası, sevilesi bu kadın, onun için nelere katlanmış ama o farkına bile varamamış… En sonunda da tüm aşağılamalarına rağmen yatalak yaşlı anne ve babasının bile yapamadığını yapmış, gözlerini bağışlamış bir kadın…
Bir anda kadının çiçek bozumu yüzü ona o kadar güzel gözükmüş. Kör gözlerinde güneş ışığını gördüğünü hissetmiş. Adeta peri masallarındaki güzel prenses gibi onu hissetmiş. Ömrünü bu kadına adaması gerektiğini düşünmüş… Öyle de yapmış… Dünyanın en büyük hastanesine gitmekten vazgeçmiş, kendi doğup büyüdüğü bir hastaneye tayinini aldırmış.
Tam 25 yıl elini tutmadığı kadınla ve anne-babasıyla yaşaması gerektiğinin bilinciyle hareket etmiş. Eşine müthiş bir aşkla bağlanmış… Eli ayağı olmuş. Kör kadına mutlulukların en güzelini yaşatmış. Aşkları artık dillere destanmış. Profesör kendisine gözlerini veren karısının gözleri ayakları işlevini görmüş hayatlarının kalan kısmında
Ve harika, mutlu bir yaşamı el ele, kol kola, diz dize, sevgiyle sürdürmüşler…
Ölünceye dek....

Coin Marketplace

STEEM 0.17
TRX 0.16
JST 0.030
BTC 59374.25
ETH 2544.66
USDT 1.00
SBD 2.47