SEVR
SEVR ve KURTULUŞ RUHU
1838 yılında İngiltere ve diğer Avrupa devletleri Osmanlı ile Balta Limanı ticaret antlaşmasını imzaladı.. Buna göre:
‘Devletin elindeki tekeller kaldırılacak. Özelleştirme yapılacak ve yabancı mallar serbestçe Türkiye’ye girebilecekti.. Ayrıca yabancılar Türkiye’de diledikleri şekilde çalışma özgürlüğüne sahip olabileceklerdi.’
Bu antlaşmadan sonra Osmanlı sanayi ve ticareti bir daha belini doğrultamayacak biçimde yıkıldı.
Batının Türk Korkusu!
Sevr’den 80 yıl önce dönemin emperyalist devletleri Ruslar, İngiliz ve Fransızlar Osmanlı’yı bölmek için bir dizi gizli görüşmelere çoktan başlamışlardı.
Avrupa’da Türk’e saldırı had safhadaydı!
İşte o günlerin Avrupa basınından örnekler:
8 Aralık 1876 günlü Stanboul gazetesi: ‘Türkün artık Avrupa’da hüküm sürmesine daha fazla hoşgörü gösteremeyiz. Türklere herşeyden önce yüzünü doğuya çevirip boğazların batısını tümüyle terk etmesi gerektiği anlatılmalıdır. Türkler Avrupa’dan hemen çıkarılmalı, Avrupa’dan hemen yokolmalıdır.’ 2 yıl sonra 19 Eylül 1878 günlü Daily News gazetesi: ‘Türk yönetiminin üstün ırklar üzerindeki hakimiyeti kaldırılmalıdır!’
10 yıl sonra 18 Ekim 1888’de bu kez Fransız Le Figaro gazetesinde bir makalede şu satırlar yeralıyordu:
‘Türklerin Avrupa’daki günleri sayılıdır. Türkler geldikleri yere Asya’ya yerleşmelidirler.’
İtalya başbakanlarından Crispi , 3 Mart 1897’de gazetelerde yayınlanan açık mektubunda şöyle diyordu:
‘Türkün Avrupa’daki varlığı insan haklarına sürekli bir hakarettir. Türkler dörtbuçuk yüzyıldır ne avrupalılaşabildiler ne de üzerlerinde gaddar bir egemenlik sürdürdükleri ırkları bir ulusal potada eritebildiler. Türkiye’de ırklar soylarına göre değil dinlerine göre ayrılırlar.’
1890’lara gelindiğinde batıda en yaygın düşünce Türkleri Avrupa’dan atmaktı. Batılı emperyalistler bir yandan kendi halklarına Türk düşmanlığı aşılayan yayınlar yaparken bir yandan da gizli anlaşmalar yapıyorlardı.
İlk Paylaşım Savaşı
1908’de Rus Çarı 2. Nikolai ile İngiltere Kralı 7. Edward arasında Osmanlı’yı paylaşım anlaşması imzalandı..
İngiltere ve Rusya , Osmanlı topraklarını gizlice paylaşıma soktuktan sonra Fransa ve İtalya’yı da yanlarına çektiler.
Ve 1914’te 1. Dünya Savaşı patladı. Bu bir Petrol savaşıydı…
Petrolü geleceğin yakıtı olarak kavrayan ilk ülke İngiltere’ydi. Onu Rusya izledi.
1897’de Osmanlı topraklarında ilk petrol arama çalışmaları başlatılmıştı. Osmanlı henüz petrolün stratejik önemini kavramış değildi. İngiltere 1899’da Osmanlı toprağı olan Kuveyt’e yerleşmiş petrol arıyordu. Osmanlı toprağında ilk petrol kuyusu 1900’de Europeen Petroleum Company tarafından açıldı
Petrolün en yoğun bulunduğu yer, Osmanlı devleti topraklarıydı ve de Osmanlı hasta adamdı, güçsüzdü borç batağındaydı. o halde paylaşım oradan başlayacaktı.
Gelelim paylaşımcılara: 1. dünya savaşı’nın galip devletleri paylaşımda hemfikirdiler ama paylarını beğenmiyor , birbirleriyle didişiyorlardı. İngiltere ve Fransa savaş sürerken 1916 şubatı’nda Sevr’den bir önceki son gizli antlaşmayı imzaladılar. Sykes Picot Anlaşması..
Bu antlaşma, Ortadoğu haritasını tümüyle değiştiriyordu. İngiltere ve Fransa arasındaki bu anlaşma, Mayıs 1916’da Rusya’ya bildirildi. Ekim 1916’da imzalandı.
Tüm bu gizli anlaşmalar sürerken hesaplar alt üst oldu. 1917’de Rusya ‘da Ekim devrimi patlak verdi. Ekim devriminde Rusya ‘da iktidarı ele geçiren Bolşevikler ilk iş olarak Çarlığın kasasında saklı duran bütün gizli paylaşım anlaşmalarını açıklayacaklardı!
Gizli anlaşmalarda paylaşım alanları!
Fransız ve İngilizler arasındaki Sykes- Picot Gizli Anlaşmasına göre önce Osmanlı İmparatorluğunun Suriye ve Lübnan bölgesi işgal edilecektir.. Filistin coğrafyası uluslar arası bölge haline getirilecektir. Irak bölgesi ve petrolün tamamı İngilizlerin olacaktır.Kuzey Irak Fransızlara bırakılacaktır.
Bolşevikler iktidara gelip gizli anlaşmaları yayınladıkları zaman Batılı devletler kimin kimi arkadan hançerlemek için kimle ne gibi görüşmeler yaptığını da öğrenirler ve kavga çıkar. Aynı bugün olduğu gibi.. Fransa ABD ile çıkarlar konusunda tam anlaşamamakta, İngilizler Fransız ve Amerikalılarla petrol ve gaz havzaları için boğuşmaktadırlar!
1916’da son çizilen paylaşım haritasına göre, Fransa’ya Lübnan, Suriye, Klikya, Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Musul’un bir bölümü bırakılmıştı.
İngiltere Güney Mezopotamya ile Akdeniz’de Akka ve Hayfa limanlarını alıyordu. Buna göre Petrol coğrafyasında bulunan tüm Arap toprakları Osmanlı’dan koparılıyor, İngiltere ve Fransa’nın denetimine sokuluyordu.
Kağıt üzerinde bir paylaşma yapılmıştı ama devletler o kadar da kolay bölünüp, parçalanamıyorlardı. Kesilip, biçilecek bölgelerde paylaşıma hazır müttefikler yaratılmalı, bölge insanı bölüşülmeye hazır olmalıydı! Nasıl mı??
Batının kartları: Kürtler ve Ermenilerdi!
Osmanlı’ya karşı en kolay oynanacak kart etnik karttı. Çeşitli etnik gruplar ayrı devletler kurma yönünde kolayca kışkırtılabilirdi. İngiliz ajanı Lawrence SADECE BİR ÖRNEKTİR.
Petrolün en yoğun bulunduğu Arap bölgelerinde Lawrence Arapları Osmanlı’dan ayırmak üzere ayaklandırmış ve Osmanlı’ya karşı savaştırmıştı. 1920lere gelirken Anadolu Lawrence’larla tıka basa doluydu.
Petrolün peşindeki Batılı devletler petrolü elinde tutan Osmanlı devletini ortadan silmek için etnik koza bugün olduğu gibi sıkı sıkı sarılmışlardı.
Osmanlı uyruklu Ermeni ve Kürtleri ayrı devlet kurma yönünde kışkırtıp silahlandırdılar.
1918! Yenilgi!
Yunanistan’da bir liman kenti olan Mondros’da bir İngiliz savaş gemisi demirlemişti:
Agamemnon. Bahriye nazırı Rauf Orbay’ın başkanlık ettiği Osmanlı heyeti bu İngiliz zırhlısına gittiler. Ve Mondros Mütarekesi imzalandı.. Artık galip devletler, Türkleri topraklarından atma planını nihayet uygulamaya koyacaklardı.
5 Şubat 1919 günlü Journal Des Debat gazetesi birinci sayfadan şunları yazıyordu: ‘Hemen hemen beş yüz yıl boyunca Güney Avrupa’yı yıkan ve Doğu Akdeniz bölgesindeki bütün uygarlığı çökerten bu uğursuz Türk ırkını artık Asya’ya sürmeli!’.
- Dünya savaşını kazanan devletler, çoğunu müslüman sömürgelerinden devşirdikleri müslüman askerlerini müslüman Türklerin üzerine saldırtmak için din öğesini öne çıkartmaktan özenle kaçınmış, ırk ayrılığını vurgulamışlardı.
Paris barış konferansı
Galip devletler mağlupları Paris Barış Konferansına çağırdılar. Bu konferansta imzalanan Versay antlaşması ile Alman toprakları galiplerce bölüşülecekti.. Osmanlı Devleti de Almanya’yla benzer koşullar altındaydı.
Trakya ve Ege Yunanistan’a, Akdeniz bölgesi İtalya’ya, Güneydoğu Anadolu Fransa’ya, Doğu Anadolu ise sınırları Amerika başkanı Wilson’un saptayacağı sınırlar doğrultusunda Ermenistan’a vatan oluyordu.
Almanya Paris Barış konferansında kendisine dayatılan ağır koşullara boyun eğdi. Türkler FARKLI BİR YOL SEÇTİLER! Anadoluda ulusal direniş başladı! En başında bu hareket LİDERSİZ YEREL direniş örgütleriyle oluşacaktı
‘Ve Durum’
NUTUK’ta Mustafa Kemâl Atatürk ülkenin 1919’daki genel durumunu anlatırken şu noktaların altını çizer:
‘I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş zedelenmiş şartları çok ağır bir ateşkes anlaşması imzalamış bir devlet.’
‘Millet yorgun ve çok fakir.’
‘Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı’na sürükleyenler kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa ‘nın başkanlığındaki hükûmet âciz haysiyetsiz ve korkak….’
‘Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta…’
‘Hıyanet çeteleri…’
İçerde İHANET ÇETELERİ son hızla örgütlenmekte..‘ İstanbul Rum Patrikhanesi’nde kurulan Mavri Mira Hey’eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. ‘Ermeni Patriği Zazen Efendi de Mavri Mira Hey’eti ile birlikte çalışıyor. ‘(NUTUK)
Diyarbakır Bitlis Elâzığ illerinde İstanbul’dan idare edilen Kürt Teali Cemiyetinin amacı yabancı devletlerin himâyesi altında bir Kürt devleti kurmaktı.
Konya ve dolaylarında İstanbul’dan yönetilen Tealî-i İslâm Cemiyeti, İstanbul’da üyeleri arasında Osmanlı Padişahı ve Halîfesi Vahdettin Damat Ferit Paşa Dahiliye Nâzırı olan Ali Kemal Sait Molla’nın bulunduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti, ve Amerikan mandacılarından oluşan gruplar…
‘Ve Çare..’
Mustafa Kemâl Paşa devam ediyor…
‘DURUMUN DEHŞET VE KORKUNÇLUĞU KARŞISINDA HER YERDE HER BÖLGEDE BİRTAKIM KİMSELER TARAFINDAN KURTULUŞ ÇARELERİ DÜŞÜNÜLMEYE BAŞLANMIŞTI. BU DÜŞÜNCE İLE YAPILAN TEŞEBBÜSLER BİRTAKIM KURULUŞLARI DOĞURDU…’
‘Milletin durumu…’
Mustafa Kemâl Paşa birtakım öncü aydınların biraraya geldiğini anlatırken bir yandan halkın genel durumunu şöyle açıklıyordu: ‘Millet ve ordu Padişah ve Halife’nin hâinliğinden haberdar olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek bağları dolayısıyla içten gelerek boyun eğmekte ve sadıktılar’.
Ayrıca yapılan psikolojik operasyon sonucu, batılı Devletlere asla karşı gelinemeyeceği, biri ile bile başa çıkılamayacağı düşüncesinin egemen hale getirildiğinin altını çizmişti..
‘Osmanlı Devleti’nin yanında koskoca Almanya Avusturya – Macaristan varken hepsini birden yenip yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı. Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu…’ diye yazmıştı.
Yani, Millet, Kurtuluş çareleri ararken, ‘Batılı devletlere bağımlı, Padişah ve Halife’ye sadık’ kalarak bu çareleri arıyordu…
‘Benim kararım…’
Mustafa Kemâl Paşa verili durumda kendi kararını şu sözlerle açıklamıştı…
‘…Bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü temelsizdi…. Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milIî hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!…
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir…. Halbuki Türk’ün haysiyeti gururu ve kaabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!… O halde ya istiklâl ya ölüm!’
O ‘ruh’ ve ‘kurtuluş’!
Atatürk 1919 yılında telgraf la tüm yurtta vatansever derneklerle irtibata geçer. Mayıs ta havzada, haziranda Amasya’dadır. .Erzurum ve Sivas kongreleri Türkiye Büyük Millet Meclisini doğuracaktır. Sürekli DİRENME çağrısı yapar ve toplumu gruplara ayıracak SİYASİ PARTİ OLUŞUMUNA KARŞIDIR..
Müdafaayi hukuk dernekleri kısa zamanda tüm yurda yayılır… Kendiliğinden kurulup gelişirler Miralay Mehmet Arif bey durumu söyle özetler.’Vicdan ve hamiyet sahibi her insan, milli mücadeleye maddi manevi katılmayı namus borcu sayıyordu. Gençler, ak sakallılar ve çok sayıda kadın mücadele içine girdi.’
HER KESİMDEN İNSAN FARKLILIKLARI BİR YANA BIRAKARAK BELLİ İLKELER ÇERÇEVESİNDE İL İLÇE KASABALARDA ÖRGÜTLENDİLER
Atatürk bu örgütlerin kurulmasını BİR ELEKTRİK ŞEBEKESİ GİBİ DEVREYE GİREN TARİHİN EMRİ ! olarak niteledi.
ATATÜRK MÜDAFAA-İ HUKUK (HAKLARIN SAVUNULMASI) RUHUNDAN SÖZETMİŞTİR. BU RUHA MİLLİ VİCDAN ve onun oluşturduğu cepheye NAMUS CEPHESİ demiştir.
O ruh yerel ve bölgesel hareketi başlatmıştır. Dağınık birbirinden bağımsız eylemler ve örgütler Sivas’ta bir araya gelmişlerdir.
6 ay sonra Ankara’ya döndüğünde , 28 aralık 1919 da, Ziraat mektebinde Ankaralılara bir konuşma yapmıştır..
‘BİR MİLLET KENDİ GÜCÜNE DAYANARAK VARLIĞINI VE BAĞIMSIZLIĞINI SAĞLAMAZSA ONUN BUNUN OYUNCAĞI OLMAKTAN KURTULAMAZ. BU NEDENLE MÜDAFAAYİ HUKUK CEMİYETİNDE KUVAYİ MİLLİYENİN ETKEN OLMASI VE MİLLİ İRADENİN HAKİMİYETİ KABUL EDİLMİŞTİR.
ÖRGÜTÜMÜZ İŞE KÖYDEN MAHALLEDEN MAHALLE HALKINDAN YANİ BİREYDEN BAŞLAR. BİREYLER FİKİR SAHİBİ OLMADIKÇA, HAKLARININ BİLİNCİNE VARMADIKÇA, KİTLELER HERKES TARAFINDAN AYRI YÖNE ÇEKİLEBİLİR. KENDİNİ KURTARABİLMEK İÇİN BİREYİN GELECEĞİYLE BİZZAT İLGİLENMESİ GEREKLİDİR.
AŞAĞIDAN YUKARIYA TEMELDEN ÇATIYA YÜKSELEN ÖRGÜT SAĞLAM OLUR. ANCAK, İŞİN BAŞINDA ÖNCE YUKARDAN AŞAĞI ÖRGÜTLENME ZORUNLULUĞU VARDIR. ÜLKE İÇİNDEKİ GEZİLERİMİZDE MİLLİ ÖRGÜTLENME, ÖNCE BİREYE GİDİP ORADAN YUKARI DOĞRU ŞEKİLLENME BAŞLADIĞINI ŞÜKRANLA GÖRDÜK.. AŞAĞIDAN YUKARI DOĞRU ŞEKİLLENMENİN ORTAYA ÇIKMASI İÇİN ÖZEL ÇALIŞMALAR YAPMALIYIZ BU MİLLİ VE VATANİ BİR GÖREVDİR.’
19 Mart 1920 de tüm valilik ve sancaklara ve kolordu komutanlıklarına bir telgraf çekmiş, ULUSAL BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİNİ YÜRÜTMEK VE DENETLEMEK İÇİN ANKARA’DA OLAĞANÜSTÜ YETKİLİ BİR MECLİS TOPLANACAĞINI, HER SANCAKTAN 5 KİŞİNİN seçilmesi gerektiğini ilan etmiştir.
Kimler mi biraraya gelmişti?
23 Nisan 1920 meclis kuruldu. 24 Nisan’da Gazi Paşa Meclis başkanı oldu. Meclisde görünüm şuydu:
‘Milletvekilleri çok değişik çevrelerden gelen kişilerdi.. beyaz sarıklı ak sakallı cübbeli eli tesbihli hocalar, üniformalı subaylar, aşiret beyleri, külahlı ağalar kavuklu çelebiler, avrupadan eğitimden dönmüş btı kültürüyle yoğurulmuş nokta bıyıklı aydınlar kuvvayi milliye kalpaklı gençler bir aradaydı.
Birbirleriyle sert tartışmalara giriyor yumruklaşmalar hatta silah çekmeler vaki oluyordu.
Buna karşın ulusal haklar halkın geleceği ve milli mücadele sözkonusu olduğunda derhal birleşiyor, gözyaşları içinde kucaklaşıyorlardı.’
İkinci meclis 1923’de kuruldu. Meclisin kendini yenileme kararı aldığı gün millete şöyle seslendi:
‘EFSANE İNSANLARLA BUGÜNE GELDİK..