Bilimkurgu Öyküsü - Ceza Sürgünü

in #tr6 years ago

image

Cezamı uzak bir gezegende çekeceğimi söylemişlerdi. Benim gibi bir toplum düşmanının gözlerden uzakta olması en iyisiymiş. Yapılan bütün uyarılara, verilen onca yeni şansa rağmen beni bir türlü doğru davranmaya teşvik edememişler. En tehlikeli yanım, yanlış akıl yürütmeler sonucunda oluşturduğum hatalı fikirlerimle başkalarını isyana teşvik etmemmiş. Dört duvar arasına hapsedilmem bir işe yaramıyormuş. Bir yolunu bulup internet üzerinden insanları yanlış fikirlerimle zehirlemeye devam ediyormuşum. İdam cezası yüzyıl önce dünya genelinde kalktığına göre en uygun çözüm ıssız bir gezegene fırlatılmam olacakmış.

Beni üzerimdeki astronot kıyafetiyle birlikte dışarıyı görebildiğim bir tabutun içine koydular. Tabutu bir uzay kapsülünün içine özenle yerleştirdiler. Kapsül gezegene inip de kapısı kendiliğinden açılana kadar içine konulduğum tabuttan çıkmamam gerekiyormuş. Aksi takdirde ölürmüşüm. Tuvaletimi altıma yapmalıymışım. Susadığımda ya da acıktığımda ağzımın yanındaki mini hortumdan yeter miktarda sıvı çekmeliymişim. Yolculuğumun ne kadar süreceği belli olmazmış. Uzay gemisi tarafından kapsülün içinde gezegene doğu fırlatıldığımda anlarmışım. Kapsül gezegenin yüzeyine çarptığında sarsılır, tabuttan ya da giysimin içinden çıkmışsam ölürmüşüm. Soru sorma hakkım yokmuş. Gezegene gidince görürmüşüm. Yolculuk kurallarına harfiyen uymazsam ölürmüşüm. Bunu çok söylüyorlardı.

Uzay gemisinin hangarındaki kapsülün içinde yer alan tabutun içinde, astronot kıyafetimle sarmalanmış bir biçimde kundaktaki bir bebek gibi uslu uslu yattım. Kaç hafta sürdüğünü bilmediğim yolculuğum boyunca sürekli altıma yaptım. Kokuya neyse ki belirli bir süre sonra alışılıyor. Tabutun içinde oturmak ya da ayağa kalkmak mümkün olmasa da azıcık sağa sola dönebiliyordum. Sonlara doğru tabutu açmaya yeltendim. Başarlı olamayınca ölmek istedim. Ölmeden mezara konulmak bu olsa gerekti. Kendimi öldürebileceğim bir yöntem olmadığı için açlık grevine başladım. Açlık grevimin ikinci gününde fırlatılmaya hazır olmam gerektiğine dair anonsu duyunca su besin karışımı sıvıyı kana kana içmeye başladım. Sonra aklıma beni kandırmış olma ihtimalleri geldi. Susuzluk problemini çözmek için beynim gaipten bir ses duymuş da olabilirdi.

Neyse ki fırlatma bir süre sonra başladı. İçinde bulunduğum kapsülün ivmelendiğini hissedebiliyordum. Sonra titreşimler başladı. Titreşimler zamanla arttıkça arttı. Kapsül gökdelenin ellinci katından atılan bir demlik gibi düzensiz taklalar atıyordu. Sonra kapsül yere olağanüstü büyük bir şiddetle çarptı. Çarpışma anında öyle büyük bir basınç oluştu ki gözlerim pörtleyecek ya da kulak zarlarım yırtılacak sandım. Yerden bir top gibi seken kapsül bu kez daha yere çarptı ve patlak bir top gibi hoplaya zıplaya yuvarlanmaya başladı.

Kapsül biraz daha yuvarlandıktan sonra durdu ve ardından beklediğim şey olmadı. Tabutun kendiliğinden açılması gerekmez miydi diye düşündüm. Önce saniyeler, sonra dakikalar ve en sonunda herhalde saatler geçti ve tabut açılmadı. Yeniden açlık grevine başladım. Bu kez ölmeye kararlıydım. Kaç saat geçti bilmiyorum. "Soğuma tamamlandı, iniş güvenli" anonsunu duydum. Bu kez her ihtimale karşı herhangi bir şey içmedim. Tabutumun kapağı açılır açılmaz ayağa fırlamak isterdim. Ancak vücudum fena uyuşmuştu. Bir sporcu gibi her kasımı, her eklemimi hareket ettirip ısıtmam gerekti. Yattığım yerde kültür fizik hareketleri yaparken kapsülün kapısının da açılmış olduğunu görmek beni çok sevindirdi. Ama içimde ya birazdan kapanırsa korkusu vardı. Bu nedenle vücudumdaki uyuşukluğun tam olarak geçmesini beklemeden emekleyerek kapsülden çıktım.

Gezegen beklediğimden de berbat bir yerdi. Dolgu alanlarına kamyonlar tarafından dökülen inşaat artıkları bile gezegenin toprağından daha kaliteliydi. Kum desen kum değil, toprak desen hiç değil. Bari bir dağı tepesi olsa insan tırmanırdı. Göz alabildiğine uzanan açık kahverengi bir düzlük. Ve görünür bir ayı ya da güneşi olmayan açık kahverengi bir gökyüzü. Aklıma astronot giysisinin içinde kaç saatlik oksjien olduğu sorusu gelince keyfim kaçtı. Altıma yaptığım şeylerin nerede olduğunu ise düşünmek bile istemiyordum. Acaba bu çorak gezegende benden başka bir canlı var mı diye düşünürken bana doğru koşmakta olan dikenli kertenkeleleri fark ettim. Yedi sekiz tanesi birden hırlamaya benzer iğrenç sesler çıkararak üzerime saldırdı. Kan kokusu almış piranalar gibi astronot kıyafetimi ısırıyor, parçalamaya çalışıyorlardı. Birisi üzerime tırmanıp başlığımın kıyafetle birleştiği yerden içeriye girdi. İğrenç dişleriyle omzumu ısırdı. Feci halde canım yanmış ve çok öfkelenmiştim. Can havliyle başlığımı çıkarıp bu küçük canavarı beni ikinci kez ısırmasına meydan vermeden yere attım. Yerde bulduğum elma büyüklüğünde bir taşla kafasını ezdim. Öyle şiddetli vurmuşum ki taş üzerinde parçalandı. Elime daha sağlam bir taş alıp bacaklarıma saldıran diğer canavarlara giriştim. Birkaçını üzerine basarak, diğer bazılarını taşla ezerek öldürdüm. Ortalık kan gölüne dönmüştü. Hepsini öldürdükten sonra hızımı alamayarak üzerlerinde tepinmeye devam ettim. Bu arada başlıksız nefes alabildiğimi şaşırarak fark ettim. Şaşkınlık içinde arkamı döndüğümde ellerinde uzun namlulu silahlar olan üç asker gördüm. En öndeki yanındakine "Aptala bak, başka bir gezegene geldiğini sanıyor" dedi. Diğeri "Beyefendi o kadar önemli bir insan ki koskoca uzay gemisi onun için seferber edildi" diye cevap verdi. Elleriyle beni gösterip karınlarını tuta tuta gülüyorlardı.

Sort:  

bu daha büyük bir hikayenin parçası mı yoksa minik bir hikaye mi...valla bir solukta okudum. anlatım hoş olmuş. hikaye de gayet ilgi çekici. sonu özellikle efsaneydi:)

Teşekkür ederim. Bağımsız bir hikaye. Yazma alışkanlığım roman üzerinden geliştiği için konuların önünü sonunu biraz geniş düşünüyorum.

rica ederim. ben buralardayım. yeni hikayeler olursa seve seve okurum :)

Coin Marketplace

STEEM 0.29
TRX 0.12
JST 0.033
BTC 62937.86
ETH 3092.40
USDT 1.00
SBD 3.87