İslam Modernizmi - Islamic Modernism 2
Merhaba arkadaşlar, Bugün dün yazmış olduğum islam modernizminin ikinci başlığını yazdım. Bu post gerçekten çok önem arzeden bir bir başlık taşımaktadır. Çünkü müslümanların düşünürken Kuran ve sünneti ikinci plana attıklarında meydana gelen sonuçlar anlaşılıyor. İnşallah beğenirsiniz.
İSLÂM MODERNİZMİNİN DOĞUŞU
Bilindiği gibi İslam dünyasında h. VI. asırdan itibaren fikri bir duraklama yaşanmış, ardından da artarak hissedilen bir gerileme baş göstermiştir. Düşünce planında başlayan bu duraklama ve gerileme, zamanla diğer alanlara da yansıyarak hayatın her sahasında açıkça kendisini göstermiştir. Bunun yanında bilindiği gibi Batı, XII-XIII. yüzyıllarda gerçekleşen çeviri faaliyetlerinden itibaren, Doğu’nun bilim ve felsefe kitaplarına ve onlar aracılığıyla Eski Yunan düşüncesine ulaşmış, böylece düşünsel açıdan yeni bir sürece girerek, ortaçağın durağanlığını aşmış, köklü ekonomik ve düşünsel dönüşümü ifade eden ‘’ Rönesans, Reform, Coğrafi Keşifler, Sanayi devrimi, Aydınlanma vb.‘’ ile bilim düşünce alanında atılıma geçmiştir. Bu süreç sonucunda İslam dünyası üzerinde Batı’nın etkisi hissedilmiştir. Bu etki kendisini modernizimle göstermektedir. Bu dönemde İslam dünyasının en büyük temsilcisi olan Osmanlı İmparatorluğunun XVII. Yüzyıldan itibaren zayıflaması ve Batı’nın entrikaları misyonerlik faaliyetleri ve Fransız devriminin doğurduğu ulusçuluk akımının etkisiyle parçalanma sürecine girmesi İslam toplumunun batı egemenliğine girmesini hızlandırmıştır.
Neredeyse bütün Müslüman bölgelerde sömürge hakimiyeti yeni seçkinleri öne çıkardı. Bu seçkinler, Avrupalı baskılara karşı iki temel tepki ürettiler. İlki, İslam’ı Avrupalı devlet ve ekonomi formlarıyla uyumlu olacak şekilde yeniden tanımlamaya yöneldiler. İkinci tepki ulema ve sufiler tarafından yönlendirilen kabile liderlerinden, tüccarlardan ve ticari çiftçilerden geldi. Bunlar da temel dini ilkelere göre Müslüman toplumların yeniden teşekkülünü ve bireysel davranışların reformunu benimsiyordu.
Osmanlı bölgelerinde, Türkiye, Mısır ve Tunus’ta hakim yerli tepki, kurulu siyasal seçkinlerin, teknik ve siyasal sınıfların ortaya çıkardığı oku-yazar aydınların tepkisiydi. Siyasal seçkinlerin ve aydınların tepkisi kuşaklar boyunca devam etti. XVIII. yüzyıl sonları Filistin’inde, XIX. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu ve Mısır’ında ve XIX. yüzyıl Tunus’unda, siyasal seçkinler, askeri güçlerini yeniden örgütleme, bürokratik yönetimlerini merkezileştirme ve rasyonalize etme ve ekonomik faaliyetlerini artıracak şekilde ilerletme arayışına girdi ve yeni okullar açma ihtiyacını gördüler. İslam modernizmi, XIX. yüzyıl Müslüman siyasal seçkinlerle aydınların doktriniydi. İslam modernizminin asıl sorunu, Müslümanların Avrupalı güçlerin eliyle yenilgiye uğramış olmasıydı.
XIX. yüzyıla gelindiğinde, neredeyse tümüyle Batı’nın ve Batı kökenli misyoner faaliyetlerinin etkisi altına giren İslam toplumları, dış baskıların oluşturduğu bir iç refleksle kendilerini eleştiri süzgecinden geçirerek, içine düştükleri durumu anlamaya çalışmışlardır. Bu da İslam geleneğinde yer alan tecdit ve ihyâ kavramının gündeme getirilmesine ve bu bağlamda İslam modernizmi diye bilinen hareketin doğmasına zemin hazırlamıştır. Batı, bir yandan İslâm dünyasını siyasi, askerî ve iktisadî alanlarda işgal ederek hâkimiyeti altına alıp, kaynaklarını sömürürken, diğer yandan da fikrî ve kültürel yönlerden etkileyerek aynı dünyayı tarihî kimliğinden uzaklaştırmaya, kendi kültür ve medeniyeti içerisinde eritmeye çalışıyordu. İste, İslâm-Batı karşılaşmasının en acımasız yönü buydu. Batı dünyası Ziya Paşa’nın deyimiyle “beldeler, kâsâneler” haline gelirken, İslâm dünyası birçok yönüyle “virâneler” diyarına dönmüştü. Böylelikle modern İslam dünyasında, gelenekçilerin karşısında bir de modernist düşünürler hareketi oluşmuş, gelenek-modernist diyalektiği gün ışığına çıkmıştır. Bu hareketin öncüleri Cemaleddin Afgani ve Mısırlı Muhammed Abduh olarak kabul edilir. Hindistan’da Muhammed İkbal’de farklı formlarda dillendirmiştir.
Başta Afgani (1839-1897) ve Abduh (v.1323/1905) olmak üzere bahsi geçen modernist aydın zümre, “Kur’an ve sünnete dönme” faaliyetine ve diğer hususlara ilave olarak, Hıristiyan-Batı fenomenini de dikkate almak zorunda kalmışlardır. Çünkü Batı medeniyetinin ezici üstünlüğü gibi bir gerçek, apaçık ortadaydı. Buna karşı kayıtsız kalınamazdı. İslâm-Batı karşılaşmasının hem fikrî ve kültürel, hem de siyasî, iktisadî ve askerî yönleri vardı. Bu unsurların birisinde meydana gelen gelişmeler, diğerini doğrudan doğruya etkilemekteydi. Bu kötü durumdan kurtulabilmek için acilen bir silkinmeye ve dirilişe ihtiyaç vardı. Tabiî ki İslâm iyice anlaşılmadan herhangi bir diriliş ve canlanmadan söz edilemezdi. Bu amaçla Batı’dan gelen bu sistematik ve topyekûn saldırılara karşı İslam dünyasında zaman zaman muhtelif tepkiler görüldü. Batılıların eleştirilerine karşı çok sayıda reddiye yazıldı. Bu olaylar ile Müslüman aydınların bu olaylar karsısında gösterdikleri tepkiler, yazdıkları reddiyeler, verdikleri mücadeleler, zamanla Klasik İslâm Modernizminin doğmasına zemin hazırladı. Nihayet XIX. asrın ortalarında ilk ciddi temsilcilerini yetiştirmeye başladı. Modernist bakış açısı, ilk defa 1860’lar ve 1970’lerde Yeni Osmanlılar tarafından benimsendi. Temsilcilerinin kimler olduğuna üst bölümde değinmiştik. Türkiye’de özellikle 1980 sonrası süreçte, Fazlur Rahman’ın düşünceleri ekseninde, Yaşar Nuri Öztürk, Süleyman Ateş, Hüseyin Atay vb. düşünürlerce dile getirilmiş, DKAB dersleri ve kitle iletişim araçları sayesinde iyice yaygınlaşmış ve halk düzeyinde, geleneksel İslam’ın yanında belli bir yansıma bulmuştur.
Bloğumu ziyaret eden herkese dönüş yapacağım . Karşılıklı destekleşebilirz.Şimdiden teşekkürler.
OMG! This is SUCH an AMAZING post! Thank you for sharing! I gave you a vote!!
Dolu dolu bir yazı dizisi. Teşekkürler. Devamını en kısa sürede bekliyorum.
Teşekkür ederim İnşallah bu akşam paylaşacağım.
Emeğinize sağlık. Güzel ve verimli bir çalışma olmuş.