Zihnimin Abuk Kuşundan Sabuk Ötüşler

in #serbestyazi6 years ago (edited)

image.png


Bir otel odası penceresinden uykumun en tatlı yerinde gözüme giren güneş huzmeleri dengemi bozmama bahane olabileceklerdi. Uykuya dalmadan önce planlamıştım bunu ama…

Elleri zincirli, küçücük, ufacık ve de tefecik bir palyaçonun tedirginliği koşuşturuyordu yatağın hemen sol tarafında duran dolabın aynasında.

Gözümü her araladığımda görüyordum aynada ve sonra ürkerek kapatıyordum gözlerimi. Eğer aynada görüyorsam, hemen arkamda olmalıydı! Daha sonra, karanlığın içinde, aynada oluşan sanaldan da zahiri oyuncuklar olduğunu düşünerek daha iyi bakıp görebilmek için tekrar açıyordum gözlerimi.

Ama hep oradaydı, koşuşturuyordu işte.

Ne yapsaydım ki? Arkamı dönse miydim?

Dönseydim, dönebilseydim!

Önce yorganın altına girmeliydim, sonra yorganın içerisinde diğer tarafa doğru döner ve çaktırmadan yorganı aralayarak bakardım.

Mantıklıydı, yorganın altına girdim o zaman ve diğer tarafa dönme fiilini de gerçekleştirdim. Artık çaktırmadan bakmalıydım.

Şu yorganı çok yavaş bir şekilde aralayabilsem olacaktı.

“Yok, yatsam en iyisi olur aslında. Yahut… Of! Ne yapsam ki?”

Sanırım yorganın altında durmaktan terliyordum.

İçim içimde debelene dururken birdenbire yorgan üzerimden kaldırıldı.

Aman Allah’ım! Gözlerimi hiç bu kadar sımsıkı kapatmamıştım, kırışıklıklara yol veriyordum resmen.

Şekil olarak da tam bir Uterus’luydum. Çok korkakça bir görüntüydü, korktuğumu belli edersem daha kötü şeyler olabilir gerginliği ile alnımdan damla damla terler akıyordu.

Cesaret! Cesaret! Daha fazla cesaret! Diyebilmenin acizliğinden sıyrılıp, ani bir hamleyle zıplayarak yatağın üzerinde ayağa dikildim.

O esnada tüm ışıklar aydınlanıverdi ve başımdan aşağı renkli pullar yağıyordu.

Yatağın etrafını çevirmiş cüce palyaçolar zıplıyor, bağrışıp gülüyorlardı. Ne çeşit bir kutlamanın içinde olduğumu algılayamayan beynim yüzlerce soru işareti imalatı için onay vermişti. Yerlerine sığamayan soru işaretleri, kanlanmış gözlerimi dışarı pörtlemeye zorlayıp, ikna etmişlerdi bile. Nefes alışlarım kesilmiş, verişlerim kalmamıştı.

Zorunlulukları sevmesem de sakin olmak zorundaydım. Yavaş yavaş çömeldim ve yatağa oturdum. O esnada farkına vardım ki ışıklar yanmıyordu. Tüm bu aydınlığın sebebi cücelerin parlak gözleriydi.

Cüceler sustular ve hemen yanıma oturdular. Yeniden bir farkındalık içine duhul oldum ki bunlar cüce bile değillerdi, ‘Parmak Çocuk’ demek daha müsait bir ifade olabilirdi.

Onlara boş boş bakarken aralarından biri konuştu;

“Mutlu olmalısın.” Deyiverdi sırıtarak.

“Neden ki?”

“Bu bin yıldaki ayinimize seni dahil ettik.” Dedi bir başkası.

“Ne ayini? İyi de siz kimsiniz?”

“Bizler Kibir Söken Melekleriyiz.”

“Yani?”

“Yani, her bin yılda, bir insanın kibirlerini yok etmek için dünyaya gelerek ayin yapan melekleriz bizler.”

“Nereden geliyorsunuz?”

“Bambaşka bir boyuttan geliyoruz. Öğreneceksin, sabırsızlanma.”

“Peki, niçin bana geldiniz?”

“Bu bin yılın şanslısı sensin işte! Sen seçilmiş kişisin.”

“Kim seçti beni ve neden şanslı oluyormuşum?”

“Seçilmiş olmanın özel bir nedeni yok, zar attık sen çıktın diyelim. Şanslısın işte ve bu şans sayesinde kibirlerinden arınacaksın.”

“Fakat son bin yılda çok şeyin değişmiş olduğunu fark etmediniz mi?”

“Evet, teknoloji çok ilerlemiş, insanlar çok daha kalabalıklaşmış.”

“Hayır, onlardan bahsetmiyorum. Kibir barındırmanın öneminden bahsediyorum.”

“Kibir barındırmanın önemi mi? Nasıl olabilir ki? Kibir insanoğluna illet olmuş kirli ve şişik egodur, özünde zayıflık ve kendini aldatmacadır. Daimi zulmü tetikler, zulüm ise keder.”

“Kibirsiz bir insan sizce yaşayabilir mi bu dünyada?”

“Yaşıyor zaten.”

“Evet, onlara kısaca ezik diyorlar.”

“Ezik diyenler kimler? Kibirliler değil mi? Peki sen kendini kibirli görüyor musun?”

“Aslında, hayır görmüyorum.”

“Hah işte, görmüyor olsan da biz senin içinde beslenen kibri görebiliyoruz. Az bile olsa kibir arsızdır, büyümeye meyillidir. Bireyi mutsuzlaştırır ve kibriyle mutsuz olan insan farkında olmadan zulme meyleder. İçindeki kibir tohumu beslenip büyüdükçe zalim olursun ama ruhun bile anlamaz ne kadar gaddar olduğunu. Gitgide mutsuzluğun artar ve sayende daha mutsuz bireyler oluşur. Dalga dalga yayılan mutsuzluk ve zulmün ana sebebi kibirdir. Kibirle dolu bir kalp beyni yok sayar, ya da kibirli bir beyin kalbin anlamını kabul etmez.”

“Çok ikna edici cümlelere maruz bırakıyorsunuz beni ama yine de belirtmek isterim ki teklif ettiğiniz şey bana zarar verecek. Bu dünyada içinde hiç kibir kalmazsa kimse seni dikkate almaz, ezilirsin, ufalırsın, küçülürsün ve yaşayamazsın. Bahsettiğiniz zulmün edilgeni oluverirsin.”

“Yanlış yorumluyorsun, ancak kibrinden uzaklaştıkça mutlu olursun. Ufalıp, küçülebilirsin belki ama bak bizler de ufak ve küçüğüz ama senden de diğerlerinden de çok daha mutluyuz.”

“Beni anlamıyorsunuz. Hem mutluluk görecelidir, size göre başka bana göre başka olması çok mümkün. Neyse siz beni boş verin. Ben bu şansı tepmek istiyorum. Hem bakın, bu rüsva dünyaya katlanmaya çalışan ben gibi bir dolu insan var, onlardan biri kesinlikle bu şansı daha çok hak ediyordur. Ben hakkımı onlardan birine devrediyorum.”

“Sende bizi anlamıyorsun ama daha fazla anlatmaya çalışmayacağız. Biz sana gerçek mutluluktan bahsediyoruz, yani sürekliliği olan bir şeyden.”

“Mutluluk nasıl sürekli olabilir, ufacık beyinleriniz bunu anlamıyor tabii. Gerçi siz küçük beyinli olduğunuz için mutsuz olabilecek kadar da düşünemezsiniz. Düşünebilen mutsuz olur zaten.”

“İşte bütün bu telaffuz ettiklerin, kibrinden ortaya çıkan kelimelerin cümle oluşturmaya çalışmasının ürünü. Hem mutluluk tabii ki sürekli olabilir, istersen Türk Dil Kurumu’nun mutluluk için yaptığı tanımlamaya bak, şöyle diyor; ‘Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu…”

“Of ya! Orada bahsedilen süreklilik sizin bahsettiğiniz gibi değil. Anlayamazsınız siz. Hadi gidin rahat bırakın beni. Şanslı başka birini bulun.”

“İşte bu imkânsız, sen seçildin ve bunu kabullenmek zorundasın. Hem sonrasında bize kesinlikle hak vereceksin.”

“Hey rahat durun, size anlatamıyorum galiba. Bu devirde, her gün kendinizi sevin, kendinize şöyle değer verin, böyle pohpohlayın, dünya sizin için yaratılmıştır, tek önemli sizsiniz diye yayınlar yapılıyor, öneriler de bulunuyorlar, ben daha bunu tam olarak becerememişken, siz benim elimde olanı da almaya kalkıyorsunuz! Asıl zalim sizsiniz!”

“Bu söylemlerin hepsi kandırmaca! Kibir Yayan Şeytanları’nın insanlara saldığı fısıltılar! Herkesin belli bir egosu tabii olacak ama ego ile kibir arasında ince bir çizgi vardır. O hassas çizgiyi aşmak çok kolay, çok dikkat edilmesi gerekir. Mesela, çocukları düşün, çok güçlü egoları vardır ama kibre bulaşmamışlardır. Daha 4 yaşına girmemiş kızını aklına getir.”

“Kızımı nasıl dahil ettiniz olaya, inanamıyorum size.”

“Düşün diyoruz sana. Geçen hafta yolda küçük çukurlara-aşıntılara basmama oyunu oynuyordunuz.”

“Evet, oynarız arada öyle şeyler.”

“Tamam, ilk sen bastın küçük bir çukura ve kızın “Baba sen bastın!” dedi. Sonra sen ne söylemiştin?”

” ‘Kaybettim.’ Demiştim.”

“Peki, sonra o ne cevap verdi.”

‘Hayır, baba sen kaybetmedin, sadece kazanamadın.‘ olmuştu.

“İşte, içinde kibir olan birinin kuramayacağı bir cümle! Çocuklar henüz kibirle tanışmamışlardır, ama egolarını keşfettikleri için her şeyde ben demeyi de iyi bilirler.”

“Bir ben döneminden geçtik, yani aslında daha tam geçemedik devam ediyor hala.”

“Tamam artık ego ve kibir arasındaki farkı anlayabildiğini düşünüyoruz. Lafı çok uzattık, hem zaten söylemeyi unuttuk, seni kibirlerinden arındırdıktan sonra burada kalmayacaksın. O yüzden aklına yatmasa da rahat ol.”

“Hey durun! Ufacık bedenlerinizi çiğneyerek öldürmemi istemiyorsanız rahat bırakın beni.”

Her ne kadar debelensem de Kibir Söken Melekleri’ne karşı koyamıyordum. Gözlerinin parlaklığı daha da artmıştı. Gözlerinden çıkan rengârenk ışıklar ok gibi kalbime saplanıyor, kalbimden damarlarıma pompalanıyordu.

Kendimden geçmiştim.

Gözlerimi açtığımda, elleri zincirli, küçücük, ufacık ve de tefecik bir palyaçonun tedirginliği koşuşturuyordu yatağın hemen sol tarafında duran dolabın aynasında. O an kafamdan aşağı bir kova dejavu boşalmıştı. Gözlerimi iyice açıp aynaya baktım lakin kendimi göremiyorum aynada.

Aynada gördüğüm neydi peki? Yoksa ayna değil miydi baktığım?

Derken odanın yavaş yavaş aydınlanmaya başlaması kafamı karıştırmıştı. Artık aynaya baktıkça büyük bir parıltı görüyordum. Yoksa aynada gördüğüm şey, göremediğim ben miydim?

Üzerime şöyle bir bakındım, palyaço gibi görünüyordum. Ayrıca etrafa bakınca afalladım, çünkü her şey olduğundan çok daha devasa idi.

Başımdan geçenleri düşünmeye başladım ve o sırada enseme bir şaplakla irkildim. Arkamı döndüm ve Kibir Söken Melekleriyle karşılaştım.

“Artık sen de bizdensin, yani bir Kibir Söken Meleği oldun. Kibirlerinden de arınmış durumdasın. Gerçi söylediğin gibi biraz ufalıp küçüldün ama buna değdiğini göreceksin.”

“Nasıl yaptınız bunu? Şimdi ben ne yapacağım?”

“Artık bizim buudumuza aitsin, keyifli, kibirsiz ve mutlu bir bin yıl seni bekliyor. Bin yıl sonra yeni bir ayin için dünyaya geleceğiz ve başka birini aramıza katacağız. Bu sefer sen de kibirden arınmanın mutluluğa götüreceğini savunuyor olacaksın.”

“Çok garip duygular yaşıyorum şu an. Gerçekten iyi mi yoksa kötü mü? Daha mutlu hissettiğim mutlak ama sebebini dahi bilemiyorum.”

“Şimdi kendi boyutumuza, kendi âlemimize hep beraber geri döneceğiz. Oraya gidince tüm her şey kafanda netleşir.”

Gözlerinin parıltısı kuvvetlenen ben, yeni arkadaşlarımla bir Kibir Söken Meleği olarak yeni boyutuma geçivermiştim. Her şey kafamda netleşiyordu, yeni boyutu anlatabilecek kelimeleri keşfetmem çok mümkün olamasa da, özetlemeye çalışırsam; dipsiz bir mutluluk boyutunda yaşıyordu Kibir Söken Melekleri. Çocukça bir mutluluk yayılmıştı her yere. Kimse kendini kalabalıklar içinde yalnız hissetmiyordu bile, inanabiliyor musunuz! Kontrolsüz kocaman bir tebessüm taşınmıştı yüzümün ortasına. Bitmeyecekti bu hissedebiliyordum ki…

Bir otel odası penceresinden uykumun en tatlı yerinde gözüme giren güneş huzmeleri bozdu bu büyük tebessümü.

Dengemi bozmama bahane olabileceklerini planlamıştım hemen uykuya dalmadan önce fakat bu kadar ağır olabileceğini hiç düşünmemiştim.

YA SONRA…
Bir hışımla yataktan kalktım ve pencerenin kalın perdesini kapatarak yatağa dönüp uykuma devam etmeyi arzulamıştım. Perdeyi çekip yatağıma dönerken, kapının altından bir zarf içeri girdi.

“Sabah sabah haftalık faturayı bırakmış olmalılar. Ödemesem odadan hemen şutlayacaklar demek.” Diye hayıflanarak zarfa uzandım ve açtım. Bu otelin bıraktığı fatura değildi!

Zarfın içerisinde bir not vardı;

“Değerli seçilmiş kişi, son anda bir hatadan dönmüş bulunuyoruz. En son ayinimizi 1727 yılında Isaac Newton ile gerçekleştirdiğimiz hatırlatılarak, bir sonraki ayinimizin 2727 yılında olması gerektiği konusunda bir uyarı aldık. Bu sebeple sizinle yaptığımız ayini iptal etmiş bulunmaktayız. Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz. Kursağınızda bıraktığımız bir şey var ise lütfen mini bardan faydalanınız, hesabı biz ödedik, rahat olabilirsiniz. Bu arada söylemeden duramayacağız, siz ne pis bir adammışsınız böyle! İnsan o güzelim kızını bırakıp boyut değiştirmeye kalkar mı hiç? Yine de öpüyoruz, sevgiler. K.S.M.”


Story & Image Copyright: OTahirZGN
ZAK000.png

Sort:  

Hayır, baba sen kaybetmedin, sadece kazanamadın.‘ olmuştu.
“İşte, içinde kibir olan birinin kuramayacağı bir cümle! Çocuklar henüz kibirle tanışmamışlardır, ama egolarını keşfettikleri için her şeyde ben demeyi de iyi bilirler.”

bu yazınızı da beğendim, özellikle bu sözleriniz çok anlamlı..

buraya kadar tüm yazılarınızı okudum ve aşağıdaki konunuzda dediğim bot gelmiş bu konunuza ve kendi bloğunuzun linkini paylaşmış, sizin o siteden bu yazıyı kopyala-yapıştır yaptığınızı söylüyor kısaca.

kendi bloğunuz da olsa ilk olarak bu sitede paylaşılmalı yazılar, ya da iletişime geçip kendi sitenizde yazdığınızı belirtmelisiniz.

Tekrardan çok teşekkür ederim. Sonuçta benim amacım birilerine ulaşmak ve mümkünse geribildirim alabilmek. Ama dediklerinize dikkat etmeye ve düzeltmeler yapmaya başladım bile. :)

Coin Marketplace

STEEM 0.20
TRX 0.14
JST 0.030
BTC 68140.53
ETH 3250.90
USDT 1.00
SBD 2.65