Sevimsiz Bir İş Görüşmesi
Neredeyse her gün çeşitli sitelerdeki reklam piyasasıyla ilgili olan iş ilanlarına bakıyorum. Ajansların daha çok hangi pozisyondaki elemanlara ihtiyacı olduğunu, yaratıcı ekibe mi yoksa teknik işçi açığına mı ihtiyaçları olduğunu gözlemliyorum. Ajanslar genellikle “art director” ve “müşteri ilişkileri elemanı” arıyorlar. Bu durumu anlayabiliyorum. Çünkü Türkiye’de biraz parası olan ve eften püften fikri olan herkes kendisine ajans açıyor ve bu ajansın yaratıcı ekibinin başına kendisini koyuyor. Üç beş hikaye yazan herkes de metin yazarı olmak istiyor. CV’nize göre, sorgusuz sualsiz, sadece mülakat sonucu bir firmaya metin yazarı olarak da girmeniz olası gözüküyor. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; metin yazarı olarak işe alındığınız hiçbir ajansta gerçek bir metin yazarı olarak çalışma fırsatınız olmayacak. Fikir gerçekten sizinse bile, o fikir mutlaka çalınacak. Bunu nereden biliyorsun, başına mı geldi diye soracak olanlara da hemen yanıt vereyim. Hayır başıma gelmedi lakin bu yazımda karşılaştığım birkaç olayı sizinle paylaşacağım.
Üniversitenin son yıllarındayken birçok arkadaşım okula gelmeye tenezzül bile etmiyorlardı. Herkesin dilinde aynı cümle vardı: “Okul hiçbir işe yaramıyor, bu iş ajanslarda öğrenilir.” Şu anki deneyimlerime dayanarak bu cümleye ucundan katılsam da, asla bu tarz bir düşüncenin benimsenmemesi gerektiğini savunuyorum. Her zaman staja karşı biri oldum. Tuzum da pek kuru değildi ama staj yapmak yerine alanım dışında mesleklerde çalıştım, para kazandım. Evet benim de hayallerim vardı ama bu hayallerime ulaşmak için kendimi staj adı altında firmalara, daha doğrusu ajanslara ezdirmek istemiyordum. Üniversite öğrencisi olan, öğrenmeye, üretmeye, proje geliştirmeye hevesli birçok insanın ajanslarda nasıl heba olduğunu gözlerimle gördüm. Bu konuyu detaylı olarak incelemeden önce, ilk ajans mülakatımı anlatmak istiyorum.
Heyecanlı ve umutlu bir şekilde, ajansların açtığı iş ilanlarına CV’mi yollayıp duruyordum. Sanki hepsinden kabul görecekmişçesine bir umutla geri dönüş bekliyordum ama nafile. Özgeçmişim okullar bazında pek fena olmasa da iş deneyimi açısından oldukça yetersizdi. Kimseyi özendirmek istemesem de, pek çok kişinin yaptığı özgeçmiş uydurma sahtekarlığına bulaşmak zorunda kaldım. Birkaç küçük rötuş ile ilanlara başvurmaya devam ettim. Bir hafta içinde iki tane geri dönüş aldım. Biri hemen görüşmeye çağırıyordu, diğeri çeşitli konular verip, o konular hakkında yazılar göndermemi talep ediyordu. Durduk yere hiçbir yazımı işe alınmak için ismini bile duymadığım bir ajansa yollayamazdım. O sıralarda bir tekstil firmasında çalışıyordum. İş yerinden izin alıp Maslak’a doğru yola çıktım. Beni çağıran ajans, şu sıralarda pek popüler videolar çeken Muvidu idi.
Daha önce hiçbir ajans ile iş görüşmesine gitmemiştim. Beyaz gömleğimi giyip, metroyla varış noktasına doğru yol aldım. Büyük bir iş hanının içine girdim. Fast food zincirleri, berber dükkanları, ganyan bayi, sadece tost ve çay satan büfeler… Küçüklüğümde görme fırsatı bulduğum iş hanlarının neredeyse aynısıydı. Böyle bir yerde nasıl bir ajans olabilir diye düşünüyordum. Kapının önüne geldiğimde farkı anladım. Dışarıdan eski gibi gözüken ancak içi son derece modern olan bir ev gibiydi. İçeride güzel karşılandım. Yerde molozlar, fırlatılmış aksesuarlar vardı. Hala inşaat halinde herhalde diye düşünürken, tüm bu detayların bir çekim için olduğunu çevremden duyduğum konuşmalardan anladım. Benden önce biriyle daha mülakat yapılıyordu. İçeride kurulan cümleleri duyup çıkarımlarda bulunmaya çalışıyordum. Heyecandan ve ortamdaki sesten dolayı hiçbir cümleyi tam olarak anlayamıyordum. Nihayet sıra bana gelmişti. İçeri davet edildim. Filtre kahve makinesi vardı ve şu an ismini anımsamakta güçlük çektiğim bir beyefendi bir şey içip içmeyeceğimi sordu. Teşekkür edip sandalyeye oturdum. Elimi kolumu koyacak yer bulamıyordum. Klasik bir şekilde konuşmamız başladı. Hayatta neler yaparsın, nelerden hoşlanırsın derken konu esas noktaya geldi .Daha önce içinde bulunduğum projeler neler, referanslarım kimler gibi işveren için önemli benim içinse tamamen hayal ürünü olan konulardan bahsetmeye başladık. Bir ara kendimi kaptırmış bir şekilde yazmadan duramayan biri olduğumdan, sürekli yanımda kalem ve defter ile gezdiğimden bahsediyordum ki, odaya giren ikinci beyefendi, benimle mülakatta olan kişiye telefonundan fotoğraflar göstermeye başladı. Bu durum karşısında haliyle sessizliğe büründüm. Konuşmaya devam etmemi söylediler lakin göz kontağı kurmadan kurduğum her cümle havada kalıyor gibiydi. Kendimi anlatma çabası içindeyken “Sen benim şu arkadaşıma ne kadar çok benziyorsun” deyip bana telefondan bir fotoğraf gösterildi. Zaten ne anlatacağımı bile bilemezken bu fotoğraf karşısında zihnimdeki tüm cümleler uçup gitti. Fotoğraftaki kişiyle de uzaktan yakından benzediğimi düşünmüyordum. Konuşmaya devam ederken karşımda oturan kişinin eli kahve fincanına çarptı ve verdiği tepki “Oh fuck” oldu. Ömrümün en ciddiyetsiz mülakatını geçiriyordum.
Evet, burası bir reklam ajansıydı, yeni fikirlerin ortaya atıldığı, rahat bir çalışma ortamı olan bir mekandı ancak görüşme sırasındaki bu rahatlık ve ciddiyetsizlik beni son derece rahatsız etmişti. Hayatta en uçuk reklam projelerimizde bile ciddiyetimden hiçbir zaman ödün vermeyen bir insan olarak daha ilk görüşmemde böyle bir tepki almak beni oldukça şaşırttı. Araya serpiştirilen İngilizce cümleler, türlü şaklabanlıklar, benim kendimi Amerikan dizileri içindeymiş hissiyatına büründürdü.
Yaratıcılıktan bahsettiğim bir anda, beni mülakata alan kişi “Konuşmayı burda kesmek zorundayım.” diye bir cümle kurdu. Başarısız olduğumu düşünüyordum. “Senin derdin üretmekse, seni başka birine yönlendirmek istiyorum” dedi ve beni, telefonundan bana benzeyen kişinin fotoğrafını gösteren arkadaşına yönlendirdi. Ben tam cümlelerime devam edecekken, “Ben bugün görüşme yapacak durumda değilim.” dedi ve odadan çıkıp gitti. Bir görüşme esnasında bu kadar saygısızlıkla başka hiçbir zaman karşılaştığımı anımsamıyordum.
İlk ajans görüşmesi olumsuz sonuçlanmış biri olarak, hırs yapıp kendilerini iyice araştırma gereği hissettim. Bünyelerinde sadece yol ve yemek parası verdikleri bir sürü stajyer öğrenci olduğunu öğrendim. Bu arada görüşmenin başlarında, kendilerinden ne kadar ücret istediğim sorulduğunda, dönemin asgari ücretinin sadece 200 lira fazlasını söylediğimde, bu ücretin kendileri için oldukça fazla olduğunu, ajans kariyerine yeni başlayan biri olarak böyle bir ücreti tarafıma asla veremeyeceklerini açıkça söylediler. Dışarıdan toz pembe olarak gözüken ajans hayatının pek de renkli olmadığını o an anladım. Bu kısa süren süreçten sonra işlerimi bağımsız olarak yapmayı, gerekirse dışardan destek alarak proje tamamlamayı misyon edindim. O günden sonra herhangi bir iş başvurusu için hiçbir ajansın kapısından içeri bile girmedim.
İş görüşmelerine gidip gelmeye başladıktan sonra, yaklaşık üç sene boyunca çalıştığım tekstil firmasına veda ettim. Bu sefer yaşım daha fazla ilerlemeden tamamen kendi mesleğime yönelmek istiyordum. Bu kararı aldıktan sonra kısa bir süre işsiz kaldım. Kurumsal firmalara iş görüşmelerine gidip geliyordum. Tamamen bir markaya bağlı olarak, o firmanın pazarlama departmanında çalışmanın bana daha uygun olacağını düşündüm.