Fütursuzca İzlenmesi Gereken Filmler #6: The Grapes of Wrath (1940)
Hello everybody. I am talking about films, in this series. I will criticism about films I watced. Actually, it is not exactly criticism. It is more like comment. Because I am not critic. I just talking about films. I say features or scenes what I liked. If I watched another films by the same director, I tell about them too.
Herkese merhaba arkadaşlar. Sndbox için türkçe bir film serisi bu. Seri bayağı uzun sürecek büyük ihtimalle. Önce eski hazırladığım listedeki hoşuma giden filmlerden bazılarını paylaşacağım sonra da yeni filmler izledikçe sürekli olarak her gün ekleyeceğim onları seriye. Daha önceden de sndbox a film serisi yapmıştım ama onu ingilizce yazıyordum. Bu türkçe olacak. Bu postta eskiden yazmış olduğum filmlerden biri olan The Grapes of Wrath filminden bahsediyorum. Eski yazdığımı okuyan olmuştur belki.
Size yalnız akşamlarınıza eşlik edecek, kahvenizi yudumlarken izleyebileceğiniz, hani şöyle değişik bir film olsa da izlesek diyeceğiniz anlar için ya da lan birisi steemitte yazmıştı şöyle bir film dur bir açıp izleyim bakayım neymiş diye düşüneceğiniz anlar için güzel bir film serisi bu. İzlediğim filmlerden böyle biraz değişik olanları, yani bu fularlı kesim nasıl diyorsa işte biraz sanatsal olanları sizlerle paylaşacağım bu seride. Filmler üstüne biraz konuşacağım. Gerçi pek beceremem film yorumu yapmayı ama kendi çapımda izlerken hissettiklerimi anlatacağım işte size. Fazla da kasmaya gerek yok.
Film konusundan bahsedelim. Sinema ve edebiyat tarihindeki en önemli klasiklerden biri olan bu film, büyük ekonomik kriz sırasında Amerika' ya büyük zarar veren bir hikaye üzerine odaklanıyor. Joad' un ailesinin kuraklık, işsizlik ve bunların oluşturup filizlendirdiği ekonomik ve sosyal kriz nedeniyle çözmesi gereken sorunlar yalnızca başka bir şehre giderek çözülebilir. Ve aile de bunu yapıyor. Joad ailesi Kaliforniya' ya göç etmeyi seçiyorlar. Kaliforniya, ekonomik krizden kaçan binlerce insanın umut kapısı olan bir yerdir. Joad' un durumu da farklı değil; bu ailenin de iş, yemek ve gelecek hayalleri burada olacak.
Filmde yoksulluk, kapitalizm, inanç, iyilik, insana sunulan hayat seçenekleri, insan değerleri gibi birçok konudan bahsediliyor. İnanç konusu vaiz karakteriyle mükemmel bir şekilde işlenmiş bence. Şimdi tam aklıma gelmiyor ama bu karakterin filmde çok etkileyici sözleri var. Olağanüstü anlamlı şeyler söylüyor. Bence, filmde verilen mesajların çoğu bu karaktere dayanıyor. Ama bu sadece benim fikrim tabiki.
Filmde ruha dokunan çok sahne vardı. Ayrıntıları söylemeyeceğim., izlersiniz. Bu filmdeki mesajlardan bazıları bana Motosiklet Günlüğü (2004) (The Motorcycle Diaries) filmini hatırlattı. O filmde de Che Guevara, yanlış olan bir şeyleri düzeltmek için fedakarlıklar yapıyordu. Haksızlıklara karşı savaşıyordu. Bu filmde, buna benzer bir konu işleniyor. Ancak alt katmanlarda da başka mesajlar da verilmiş. Filmi kesinlikle izlemelisiniz. İlk önce kitabı okumak ve daha sonra filmi izlemek daha iyi olacağını düşünüyorum.
"...Bak, anne, kaygılanmayi kes. Dur, sana kodese girmekle ilgili bir şey söyleyeyim. Habire çıkacağın günü düşünüp duramazsın. Deli olur insan. Yaşamakta olduğun günü düşüneceksin. Sonra, ertesi günü, sonra, cumartesi günkü futbol maçını. Öyle yapmak gerekir. Eskiler öyle yapar. Yeni gelen gençlerse, kafalarını hücrenin duvarlarına vurur dururlar. Hep gün sayarlar. Sen ötekiler gibi yapamaz mısın? Her günü geldiği gibi al."
Bence bunun sadece filmini değil kitabını da okumak lazım. John Steinbeck o zamanların Amerika' sında sanayileşmeyle topraklarından koparılan insanları gerçekten etkileyici bir şekilde anlattığını tahmin ediyorum. Yani filmi bile böylesine güzelse kitabı tahmin bile edemiyorum. Neyse bugünlük de benden bu kadar arkadaşlar. Kendinize iyi bakın...
So happy to find someone appreciating older movies - We have so many users from Turkey, it's kind of amazing the love of film in your country!!!