Fütursuzca İzlenmesi Gereken Filmler #5: Persona (1966)

in #movie7 years ago

image source


Hello everybody. I am talking about films, in this series. I will criticism about films I watced. Actually, it is not exactly criticism. It is more like comment. Because I am not critic. I just talking about films. I say features or scenes what I liked. If I watched another films by the same director, I tell about them.


Herkese merhaba arkadaşlar. Sndbox için türkçe bir film serisi bu. Seri bayağı uzun sürecek büyük ihtimalle. Önce eski hazırladığım listedeki hoşuma giden filmlerden bazılarını paylaşacağım sonra da yeni filmler izledikçe sürekli olarak her gün ekleyeceğim onları seriye. Daha önceden de sndbox a film serisi yapmıştım ama onu ingilizce yazıyordum. Bu türkçe olacak. Bu postta eskiden yazmış olduğum filmlerden biri olan Persona filminden bahsediyorum. Eski yazdığımı okuyan olmuştur belki.


image source


Size yalnız akşamlarınıza eşlik edecek, kahvenizi yudumlarken izleyebileceğiniz, hani şöyle değişik bir film olsa da izlesek diyeceğiniz anlar için ya da lan birisi steemitte yazmıştı şöyle bir film dur bir açıp izleyim bakayım neymiş diye düşüneceğiniz anlar için güzel bir film serisi bu. İzlediğim filmlerden böyle biraz değişik olanları, yani bu fularlı kesim nasıl diyorsa işte biraz sanatsal olanları sizlerle paylaşacağım bu seride. Filmler üstüne biraz konuşacağım. Gerçi pek beceremem film yorumu yapmayı ama kendi çapımda izlerken hissettiklerimi anlatacağım işte size. Fazla da kasmaya gerek yok.

Film için öncelikli olarak Persona kavramını incelemek gerekir. Persona; türkçe karşılığıyla maske, Gustav Jung tarafından ortaya atılan, bireyin günlük yaşamdaki ihtiyaçlarıyla ilişkili olan tavrı tanımlar. Buna göre, bilinç ile bilinçdışı arasında sürekli bir yer değiştirme söz konusudur ve aralarında belirgin bir ayrım yoktur. Yani ne düşüneceğimizi önceden tahmin edemeyiz, bilinçli isteklerimizden bütünüyle farklı bir yönde beklemedik düşünceler oluşabilir. Ayrıca, bugün bilinçli olan şey, yarın unutulabilir veya bastırılabilir. Bir adamı çalıştığı iş yerinde gözlemleyen biri, onun güleryüzlü, sıcakkanlı, ileri görüşlü, samimi biri olduğu sonucuna varabilir. Ama aynı adam, başka bir ortamda, mesela evinde, iş yerindekinin tam tersi bir durumda olabilir. "Öyleyse hangisi asıl karakterdir, gerçek kişiliktir?" diye sorar Jung. " Bu arada Carl Gustav Jung Sigmund Freud ve Alfred Adler ile beraber analitik psikolojinin üç büyük kurucusundan birisidir. "... normal bir kişilikte bile, karakter bölünmesi imkânsız değildir."


image source


Elisabeth Vogler, oyun sırasında aniden susan ve asla tekrar konuşmayan önemli bir tiyatro oyuncusudur. Bu sorunu çözmek için psikoloji merkezi gibi bir yere yatırılır, ancak ilerleme sağlanamadığı için doktorun tavsiyesi ile hemşire olan Alma ile yanlış hatırlamıyorsam Alma' nın bir tanıdığının kulübesine gider. Alma' nın kendi kulübesi de olabilir. Sessiz sakin bir yerde bu kulübe. Elisabeth sessiz kalmaya devam ederken, Alma içindeki her şeyi anlatmaya başlar. Filmin konusunu kısaca böyle özetleyebiliriz aslında.

Bu iki kadın tatil yerinde yani o kulübede kalırken, aralarında birtakım olaylar yaşanıyor. Ayrıntıları söylemeyeceğim tabiki biraz merak edin. İzleyin zaten filmi. Filmde şuna benzer konulardan bahsediyor aslında: Zaman, ölüm, hayatın psikolojik baskısı, hayatın anlamı, yaşamak eyleminin dayanılmaz ağırlığı... Bu arada film 1966' da çekildi. Siyah-beyaz. Siyah beyaz filmlerden hangilerini sevdiğinizi veya sevmediğinizi bilmiyorum ama farklı senaryo görmek istiyorsanız, bu filmi kesinlikle izleyebilirsiniz. Eğer hiç siyah-beyaz bir film izlemedim ben diyorsanız üzülerek söylüyorum ki sinemanın gerçek kültlerini ve temel taşlerını kaçırmışsınız demektir. (sekiz buçuk) adlı bir film vardı. Federico Fellini'nin filmi. Bu filmin senaryosu da çok farklıydı. Ya da Todo Sobre Mi Madre (Pedro Almodovar) veya Spellbound (Hitcock). Bu filmler bana çok farklı gelen filmler arasında. Bence sinemanın en kült filmlerinden bazıları. Özellikle Spellbound bence her psikoloji ve pdr öğrencisinin izlemesi gereken bir film. Ders diye okutulması lazım pdr ve psikoloji bölümlerinde bence.


image source


Bu film iki kadının kendi iç dünyalarına yolculuk değil sadece. Birbirlerini nasıl tamamladıklarını, birbirlerinden nasıl uzaklaştıklarını, en başta güçlü hemşire-zayıf hasta düşüncesinin bizi nasıl yanılttığını gözler önüne seriyor. Persona' nın afişlerinden birinde iki kadının suratı da bir puzzle parçası olarak bize sunulur ki, film hakkındaki en büyük ipucunu da belki de bu afiş vermektedir. Persona' nın bir anlamının da maske olduğu düşünülecek olursa iki kadının da maskelerinden, gittikleri yazlıkta arındıklarını görürüz. Filmin bir sahnesinde hemşire Alma "Benim hep çok iyi bir dinleyici olduğumu söylerler, ne garip burada hep ben konuşuyorum." der ki aslında burada rollerin değişimini özetleyen cümle de budur. Sonraki olayları da tetikleyen şey bu anlatılanlar olacak zaten. Yazlıkta hemşire kendi yaralarını sarmaya çalışırken, ona bakıcılık yapan Elisabeth'in kendisidir aslında.

Oyuncular gerçekten mükemmele yakın bir iş çıkarmışlar. Her bir sahnede takdir edilesi oyunculuk sergilemişler. İngmar Bergman' ın da tüm yeteneğini ve zekasını kullandığı, sahnelerdeki ışık açılarından o sahnenin duygusuna göre kullandığı çekim tekniklerinden belli zaten. Tabi bazı sahnelerde gerilimi hissederken ayrıntılara pek dikkat edemiyorsunuz ama ben hem ilk defa izleyen hem de bir sinema eleştirmeni edasıyla izlediğim için bir kaç ayrıntıyı yakalayabildim. Şimdi size filmdeki bir sahneden alıntı yapacağım ve eminim ki okuduktan sonra eğer biraz da olsa psikolojiye veya edebiyata ilginiz varsa koşarak gidip bu filmi izleyeceksiniz.

Anladığımı düşünmüyor musun?

Var olmayı boş yere hayal etmek. Öyleymiş gibi görünmemek, gerçekten olmak. Uyanık olduğun her an. Tetikte. başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum. Baş dönmesi ve sürekli açlık, açığa vurulmak için. İçinin görülmesi için... Hatta parçalara ayrılmak ve belki de tümüyle yok edilmek için. Sesin her tonu bir yalan, her davranış bir aldatmaca, her gülümseme aslında yüz ekşitme.

İntihar etmek mi?

Oh, hayır! Bu çok çirkin. Sen yapmazsın.

Ama hareket etmeyi reddedebilirsin. Konuşmayı reddedebilirsin. O zaman en azından yalan söylemezsin. Böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. Artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun.

Sen öyle sanırsın. Ama gerçek inatçıdır. Saklandığın yer su geçirmez değildir. Yaşam dışarıdan sızar içeri. Ve tepki vermek zorunda kalırsın. Hiç kimse de bunun gerçek olup olmadığını, sen içten misin yoksa yapmacık mısın diye sormaz. Bu soruların önemsendiği tek yer tiyatrodur. Hatta orada bile fark etmez.

Seni anlıyorum, Elisabeth. Kendini bırakmanı, hareketsiz kalmanı, hayali bir sistem içinde empatiye girmeni anlıyorum. Seni anlıyorum ve seni takdir ediyorum. Hevesin geçene, tüm ilgin bitinceye kadar bu rolü oynaman gerektiğini düşünüyorum.

O an geldiğinde diğer rollerini bıraktığın gibi, bunu da bırakırsın..."


image source


Bu arada bir uyarıda da bulunayım eğer psikolojinizde herhangi bir eksik yan ya da bir çeşit rahatsızlık varsa izlemeyin filmi. Yani canınız sıkkınken ya da psikolojiniz doğru düzgün değilken de izlemeyin. İzlerken anlayamazsınız ama derin etkiler bırakabilir üstünüzde. Yani kendinizi ruhsal bağlamda iyi hissetmiyorsanız izlemeyin. David Lynch' in insan psikolojisinde yapmayı başardığı oynamaları bu film daha ziyadesiyle yapmaktadır. Zira biliyoruz ki; Lynch de bir Bergman hayranıdır ve kendisi iyi bir hayran olduğunu filmlerinin çoğunda belli ediyor. Bir başyapıt bile olsa, filmi bu şekilde düşünmeli ve ona göre izlemelisiniz.

Ele geçirilmek, eksiltilmek ve hatta yok edilmek... Her kelime yalan, her jest sahte. Her gülümseme, yalnızca bir yüz hareketi.


image source


Bergman bir söyleşide filmin doğuş öyküsünü anlatırken şöyle diyor : "Bir gerçeklik krizi beni düşüncemi açıklamaya yöneltti. Gerçek nedir ve kişi ne zaman gerçeği söylemelidir? Cevabı o kadar güç geldi ki, sonunda gerçekliğin tek biçiminin sessizlik olduğunu düşündüm. Sonunda bir adım daha ileri giderek, bunun da bir rol, bir cins maske olduğunu keşfettim."

Yukarıda bahsettiğim Jung'un varsaydığı arketiplerden biri olan bu sosyal maske, aslında ihtiyaçtan doğmaz. ama ihtiyacı olusturandir. Kişi maske diye takındığı bu kılığın bir gün kendisi olduğunu görürse - ki bu insandaki en doğal ihtiyaçlardan biri olan sorgulama arayışı belli ki ama olabilir mi bilemem- kendisine saygısını yitirir, ya da zihnindeki saygı olgusunu bu yönde değiştirir. Mutlaka patolojik bir süreçten geçmese de dahiyane insan mekanizmasi bununla baş edebilmek için çeşitli yollar bulacaktır kendine.


image source


Bazı yazarlar vardır, kitaplarını okuyabilmek ve anlayabilmek için belli bir altyapı gerekir. Bu film de öyle bir film aslında. Düz bir sinema izleyicisiyseniz eğer film bittiğinde bir sürü soru işaretiyle dolu bir şekilde zekanıza hakaret edilmiş hissiyle kapatabilirsiniz ekranı ve pek de bir şey anlamazsınız açıkçası yine de bazı sahnelerdeki replikleri beğenmek dışında. Biraz Gustav Jung felsefesi, biraz Bergman sineması hakkında bilginiz yoksa sinema sanatını felsefe yapmak amacıyla kullanan Godard, Lynch, Hitchcock gibi ustalardan bihaberseniz film size çok fazla bir şey ifade etmeyecektir. Onu da belirtmek gerekir.

Kısacası adaşım bu film maskelerle dolu aynı zamanda gerçekleri derinlemesine inceleyen, egoyu, cinsiyet rolleri, annelik hissini, cinsiyetsizliği, var olmayı, toplumdaki sürü psikolojisini, adaptasyon kavramını, kalabalıkla yaşamanın hissini, nesne sembolizmini, yalnızlığı, kalabalıklığı, çok sesliliği, çok sessizliği, içselliği, dışa vurumu, kuşkuyu, ürkmeyi, denizi, çıplak ayaklılığı, çok sorgulamayı, hiç sorgulamamayı hayatı anlayıp anlamama çabasına girişip girişmemekteki karamsarlığı ve kararsızlığı en yüzeyselinden en derinine işleyen muhteşem kurgulu bir film.Kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim yukarıda belirttiğim gibi bir durumunuz yoksa.




Sort:  

You got a 11.00% upvote from @steemyoda courtesy of @steemyoda!

Bu tarz filmleri pek izlemem açıkçası ama bilgi edinmek için yazınızı okudum bilgilendiri ve merak uyandırıcı bir yazı olmuş öncelikle elinize sağlık. En kısa sürede persona dan başlayarak izlemeye çalışacağım umarım sıkılmam :) Ama özelikle günümüzde yapılan içinde gram sanat ve estetik olmayan sadece para kazanma amaçlı yapılan filmlerden daha değerli oldukları aşikar. Tabiki aldım profilinizi yazılarınızı takip edicem.

Umarım sıkılmazsınız azizim. Felsefi filmler biraz sıkıcı olabilir çünkü. Bir de önceden siyah-beyaz filmlere aşina değilseniz sıkıcı olabilir. Ama o siyah-beyaz mevzusu ilk 10 dk için. Sonra zaten fark etmiyorsunuz bile filmin siyah-beyaz olduğunu. Bazı insanlar burun kıvırıyor siyah-beyaz filmlere ama sinemadaki en kült filmlerin çoğu siyah-beyaz filmlerdendir ve eski olduğu için çekimiyle, mekanlarıyla, kıyafet modasıyla o zamanın yaşamını da sunuyor size. Bu da ayrıca bir kültür sağlıyor.

teşekkür ederim yorumunuz için azizim. Hitcock filmlerini önerebilirim size. Ya da Frank Capra filmlerini. Ya da Kubrick filmleri de olur. Hepsi kaliteli filmlerdir. Tek bir tane bile kötü film çıkmaz emin olun.

You got a 2.29% upvote from @postpromoter courtesy of @hknyasar!

Want to promote your posts too? Check out the Steem Bot Tracker website for more info. If you would like to support the development of @postpromoter and the bot tracker please vote for @yabapmatt for witness!

Coin Marketplace

STEEM 0.17
TRX 0.15
JST 0.028
BTC 62102.06
ETH 2415.08
USDT 1.00
SBD 2.49