Hikaye 3 | Ben Seslendiriyorum!

in #tr6 years ago

dementor_by_liga_marta-d32wuz5.jpg

...
Evine girdiğim zaman ilk olarak ilgimi çeken şey kocaman bir duvar ve duvarda asılı olan onlarca insan portresiydi. Fotoğraflar.
Kendi çekmiş olduğu, ruhsuz ve donuk fotoğraflar.

Aslında çekilen kişinin belki de son kez mutlu olduğu, son kez güldüğünün kanıtı.

Kamerası, insanların ruhlarını çalabilirdi.
Evet evet, fotoğrafını çektiği herkes, artık ruhsuz bir bedendi. Başka hiç bir şey değil.

Bir insanı öldürmek yerine, ruhunu çalarak mutlu olan bir katil...
Başka hiç bir şey değil...

Bir ruh emicinin insani bir kılığa bürünüp, böyle bir şey yapması daha önce hayal bile edilemezdi...
Duvarlarındaki portreler aslında ağlayan, huzursuz ve hüzünlü bir kaç fotoğraftan başka bir şey değildi...
Benim bunu fark etmem çok da uzun sürmemişti. Ne de olsa benim de özel bir yeteneğim vardı, insanları ruhlarına kadar mutlu etmek.
Arkamdan yanaştı, ve;
''Hoşgeldin.''


  1. Giriş kısmını ben yukarıda yazdım.
  2. Ardından siz bunu devam ettireceksiniz. Çok uzun bir yazı olmasın ama. Max 200 civarında olsun çok uzun olmasın. Minimumu size kalmış tabi bir cümle bile yazabilirsiniz.
  3. Bir karakter ekleyebilirsiniz, yeni bir mekana götürebilirsiniz, istediğinizi yapabilirsiniz kısacası.
  4. Sonunda seslendireceğim. Ses efektleri de kullanmayı düşünüyorum, hikayeye göre bakacağım.
  5. Her gün gelen yorumlardan en iyi olanı seçip hikayenin devamına ekleyeceğim ve bu şekilde devam edeceğiz.
  6. Sadece karakter öldürmek yasak.
  • Bir başkasının yazdığı şeyi beğendiniz ve onu devam ettirmek istiyorsanız, onun yorumuna cevap olarak kendiniz devamını yazabilirsiniz. (böyle daha iyi oluyor)
  • Kendiniz, benim yazdığım hikayeyi devam ettirebilirsiniz...

Bir önceki çalışmamız;

Hikaye / Seslendirilmiş hali: Kar Askeri

this image does not belong to me, source

Sort:  

"Bedenler," diyorum arkamı dönmeden. "Çok garip değil mi? Muggle'lar bunu anlamıyor. Her bedenin kendine özel bir büyüsü var. Özel bir gücü. Asalar gibi,"

Enseme doğru gelen soğuk sesini duyuyorum. Ardında başka bir dil var. Uzun zaman önce unutmayı seçtiğim, hatırlamak istemediğim bir dil. Kadim bir dil.

"Ne içersin eski dostum?" diyor ağırlığını koltuğa vererek. "Epeydir görüşmüyoruz." Fincan damla damla oluyor tuttuğu zaman. Heyecanlanıyor. Avını sıkıştırmış bir köpeğin dişlerini göstermesi gibi bu. Bedeninin sınırlarında geziniyor. Fotoğraflara bakıyorum.

"Seçtiğin yolu gördüm kardeşim, bu vahşice arzunun kokusu Dış Diyardan duyuluyor. Ama bilirsin, konu biz olunca, büyücüler ve cadılar da Muggle'lar kadar aptal. Hala asa kullanan, büyüyü yeni keşfeden aptallar. Bu yüzden onlardan önce geldim, seni uyarmak için."

"Onlar bu kadar aptal olmasa, aç kalmaz mıydık zaten?" diyor sesindeki açlığı yatıştırmaya çalışarak. "Biliyorsun," diyorum, "konsey artık bu yolu suç sayıyor. Yüzlerce yıllık tutsaklığın ardından artık özgürüz. Baş Ruh'un emriyle, sizin gibilerin yüzünden, o iğrenç bedenlerde ve bu aptal sihirbazların gözetiminde tekrar tutsak olma niyetinde değilim. Bizler artık olduğumuz yerde, gerçek büyünün sahipleri olarak oturuyoruz. Siz salakların bunu elimden almalarına izin vermeyeceğim."

Ben böyle biri değilim, uzun zamandır ilk defa bir bedendeyim ve bu beni rahatsız ediyor. Eski günlerimi hatırlıyorum, dudaklarım kuruyor. " Bir su alabilir miyim?" diyorum önceki konuşmaları yok sayarak, korkup kaçmasını istemiyorum. Ben, işimi güzellikle halleden biriyim.

Ayağa kalkıyor, yüzü gergin. Su getirmeyeceğini anlıyorum artık. "Koleksiyonum," diyor artık kadim dilde konuşarak. "beğendin mi? Kaç senedir biriktiriyorum. Konsey ne karar verdi biliyorum, yakın değilim ama kulağıma çalındı diyelim. Ölmek istemiyorum. Ölmek, bu garip bir durum biliyor musun? Senden çok ruhu olan birini nasıl öldürebilirsin. Ben bu beden değilim, ben tek olarak bir ben değilim. Ruh garip bir olgu kardeşim bilirsin, bütün sindirdiğim o ruhların hepsi benim ve benim bir parçam da onlarda. Eski bir büyü, yaramaz bir çocuğun yaptığı zekice bir büyü. Düşündüm ki neden kullanmayayım."

Gülüyorum, yüzüme bakıyor. Takım elbisesinin içinde sabırsızca kıvrandığını hissediyorum. "Bir Ruh'un" diyorum fotoğraflar arasında dolaşarak, "ruhunu parçalaması, sihirbazlarınkine benzemez. Bizler bundan oluşuruz. Biz buyuz. Ruhumuzu parçaladıkça kendimizden koparız. Küçük olan parçalar büyük olana uyum sağlar. Bu yüzden esarette o kadar uzun kaldık. Her ruhu içimize çekişimizde küçüldük ve o kadar korkulu ruh arasında sadece küçük bir parça olarak kaldık. Kısır bir döngü bu anlıyor musun? Bu yüzden bütün bir Ruh, parçalanmış bir Ruh'tan her zaman daha güçlüdür. Tıpkı şimdi benim, senden daha güçlü olduğum gibi."


200 kelime belimi büktü üstad, yoksa daha uzun ve oturaklı bir son yazmaya çalışacaktım ama elden gelen bu. / Düzenledim, teşekkür ederim Kaptan. Daha da uzardı ama devam edilebilir olmasını istedim. :)

Ondan güçlü olduğumu söylemem onu çok sinirlendirmiş olacak ki birden üstüme atlayıveriyor. Bir insanın bedeninde olduğu ne kadar da belli.. Üstüme çullanmış beni boğmaya çalışırken bile sinirden ağzından salyalar akıyor. "Artık kimsenin esareti altında kalmayacağım. Sırf senin gibi ruhlar tutsak altında kalmasın diye kendi ruhumu hapsetmeyeceğim!"

Suratına bir yumruk geçirerek sersemlemesini sağlıyorum ve tekrardan ayağa kalkıyorum. "Lütfen," diyorum fısıldayarak, "bana bunu yaptırma." Tam gözlerimin içine bakıyor, derinliklerde ulaşabileceğim bir parçası olduğunu görüyorum. Hâlâ ondan bir parça var. Bana doğru tekrardan harakete geçecekken ruhuna odaklanıyorum. Acı içinde bağırıyor. Hayır, bu bir bağırma değil. Feryat. Öyle bir feryat ki ruhunun derinliklerindeki en derin kötülüğü bile hissediyorum. "Görüyorum," diyorum tam gözlerinin içine bakarak, "hâlâ yaptığın yanlıştan geri dönebilirsin, içinde görüyorum bunu."

Ruhuna odaklanmayı kestiğimde bana tekrardan saldırıya geçmeyecek kadar yorgun olduğundan yere yığılıyor. Ben işimi güzellikle halletmeye çalışan biriyim demiştim, fakat biraz bencil olduğum da bir gerçek. Başkaları yüzünden sonsuza kadar ruhumun yok olmasını göze alamam. Gözleri tekrardan canlanıyor. "Kardeşim," diyor fısıldayarak, "benim için her seferinde uğraştın. Bu aptal muggle ve büyücülerin dünyasında esaret çekmemek için tek yapmamız gereken hepsini yok etmekti, iyi geçinmeye çalışmak değil..." Tam tekrardan konuşmaya başlayacakken beni susturuyor. "...ama senin tarafında savaşmayı kabul ediyorum. Ruhum seninle savaşamayacak kadar yorgun artık"

Yere yığılmış halinin yanına gidip ona sarılıyorum. Gülmeye başlıyorum fakat mutluluktan değil, sinirden gülüyorum. Takımının içerisindeki asayı hissetiğimde "Neden?" kelimesi çıkıyor dudaklarımdan sadece. Bütün enerjisiyle tekrardan ayağa sıçrıyor ve asayı tam yüzüme doğru tutuyor. Ayağa kalkıyorum ve birkaç adım geriye gidiyorum. Elleri titriyor fakat bu sefer çıldırmış gibi davranıyor. "Seni aptal! Ruhum tamamen yok olsa bile senin o aptal kurallarına uymayacağım. Böyle rezalet bir yaşamdansa yok olurum daha iyi..."

Gülmem bir süre sonra kesiliyor. Kafamı eğiyorum. "Artık sana inanıyorum kardeşim." diyorum. Gözlerinde yine bir ışıltı fark ediyorum ama bu aydınlık tarafıyla alakalı değil sadece bir zafer göstergesi. Ona inanmam onun için en büyük zafer. Derin bir nefes aldıktan sonra devam ediyorum. "Artık değişmeyeceğine inanıyorum. Önümdeki tek engel sensin ve bu engeli aşmam için seni tamamen yok etmem gerekiyor. İnanıyorum artık..." Öfkeden deliye dönüyor ve asasını daha sıkı tutuyor, sanki o asa dünyadaki en güçlü nesneymiş gibi tutuyor. "Aptal büyücüler kardeşlerimizi senelerdir nasıl katlettiyse seni de öyle katleteceğim. Sonsuza dek yok edeceğim!" Acıyan gözlerle ona bakıyorum ve ona doğru adım atarken sadece "İnanıyorum..." diye fısıldıyorum. Niye ona yaklaştığıma anlam veremiyor ve asasını daha sıkı tutuyor. O büyülü sözleri söylemeye hazırlanıyor. "Exp--" Bir anlık tereddüt seziyorum fakat sonunda tüm gücüyle bağırıyor. "Expecto Patronum!"

Dakikalar boyu süren kahkaham gözyaşlarına dönüşüyor. "Patronus büyüsü," diyorum gözlerimden yaşlar süzülürken, "pozitif duygulardan beslenir kardeşim. Ne hale düştüğünü görüyor musun? Bunu öngöremeyecek kadar bile sefil haldesin." Çaresizlik ve endişe arasında geri adımlar atıyor. Neden bunu hesaplayamadığını düşünüyor belki, bilmiyorum. Önümde diz çöküyor ve yalvarmaya başlıyor. İnsan bedeninde vakit geçirdiğim süre boyunca en çok üstlendiğim huylardan biri bencillik üzerine olmuştu. Kendi yaşamım için feda edebileceğim basit şeylerden biri olarak görüyorum artık bu sefil yaratığı. Tekrardan ruhuna odaklanıyorum, bu sefer mutluluktan beslenmeme gerek yok. Benden korkuyor. Korkularından besleniyorum... Asırlar sonra ilk defa gücümün bu yönünü kullanıyorum. Yok oluyor. Ruhunun en büyük parçası ile tamamen yok oluyor. Hortkuluklar bile onu kurtarmaya yetmiyor. Aptal bir çocuğun aptal bedeni için kullandığı kara bir büyü. Ruhlar için kullanılacağını düşünmesi bile tamamen saçmalık. Evden dışarı adım attığımda değişik duygular hissediyorum. Asırlardır hissetmediğim o duygular. Bastırmaya çalıştığım...

Korkulardan beslenmek. Ah... Neden bilmiyorum ama o kadar tatlı geliyor ki bu anı tekrardan yaşamak istiyorum. İnsanların korkularından beslenmek istiyorum. Acı içerisindeki o feryadı tekrardan duymak istiyorum.

civarında dedim hocam isterseniz 5 tane A4 olarak yazın onu yeni gelenlere ortalama olsun diye söyledim sizlere sınır yok :) siz kendinizi biliyorsunuz :) Editleyebilirsiniz isterseniz :)

Teşekkürler üstad, güncelledim şimdi. :)

Evine girdiğim zaman ilk olarak ilgimi çeken şey kocaman bir duvar ve duvarda asılı olan onlarca insan portresiydi. Fotoğraflar.
Kendi çekmiş olduğu, ruhsuz ve donuk fotoğraflar.
Aslında çekilen kişinin belki de son kez mutlu olduğu, son kez güldüğünün kanıtı.
Kamerası, insanların ruhlarını çalabilirdi.
Evet evet, fotoğrafını çektiği herkes, artık ruhsuz bir bedendi. Başka hiç bir şey değil.
Bir insanı öldürmek yerine, ruhunu çalarak mutlu olan bir katil...
Başka hiç bir şey değil...
Bir ruh emicinin insani bir kılığa bürünüp, böyle bir şey yapması daha önce hayal bile edilemezdi...
Duvarlarındaki portreler aslında ağlayan, huzursuz ve hüzünlü bir kaç fotoğraftan başka bir şey değildi...
Benim bunu fark etmem çok da uzun sürmemişti. Ne de olsa benim de özel bir yeteneğim vardı, insanları ruhlarına kadar mutlu etmek.
Arkamdan yanaştı, ve;
''Hoşgeldin.''

O anda portrelerden birini gözüme kestirmiş iyi etmek için düşünüyordum ki bunun için sadece gözlerimi dikip düşünmem yeterli olurdu, onun gök gürültülü sesi içimi sıkmış, tüm dikkatimi dağıtmıştı.

Yapacak tek şey vardı; dönüp iğrenç yüzüne tükürmek. İğrenç olduğunu biliyordum çünkü daha önce bu pis suratla defalarca karşılaşmıştım. Yüzü sanki fotoğrafladığı ruhların soluk bakışlarından oluşuyordu. Böyle bir surata tükürmekten başka ne yapılabilirdi?

Ona olan kinim masum ve yaşça küçük insanları hedef almasından ötürü ve bu kin büyüdükçe büyüyor içimde bir kabaran bir volkan gibi.

Döndüm ve o surata baktım. O gözlerin içine içine baktım. Gözlerinden onun da benden nefret ettiğini okuyabiliyordum. Benim düşünce gücü üzerine çalıştığımı ve kendimi bu yönde geliştirdiğimi biliyordu. Bu yüzden olabildiğince düşüncelerini boşaltmaya çalışıyordu. Düşündüklerini okumama engel olmaya çalışıyordu bu şekilde; fakat ben onu çok iyi tanıdığım için bir sonraki hamlesinin ne olacağını tahmin etmekte zorlanmam ve zorlanmadım. Biliyordum, bir adım gerileyeceğini, nefesini ayarlayıp bana göğsüyle vurup iterek beni kendinden uzaklaştıracağını ve yükseklere zıplayıp fotoğrafımı çekmeye çalışacağını biliyordum. Bunu defalarca yapabilirdi. Her yaklaştığında yeni bir poz. Bedenim kuruyana kadar devam edecekti bu harekete.

Odaya girdim, tablo dikkatimi çekti, yüzlerinde soluk bir gülümsemeyle bana bakan insanların olduğu, karabulutlarla kaplı bir tablo. ..Sonra yere doğru baktığımda kan damlaları vardı. Burası nasıl bir yerdi böyle kan kokusu odanın heryerini kaplamıştı birden, odaya girdiğimde yoktu bu koku. İçşmde bir ürperti hissettim, sonra fısıltı şeklinde sesler gelmeye başladı kulağıma, korku dolu gözlerle etrafıma bakıyor sesin neresen geldiğini anlamaya çalışıyordum.
Pür dikkat kesildim, fısıltılar sona erdi. Bu oda benim kanımı dondurmuştu. Bu odada duramazdım, hemen kapıya doğru yöneldim, ellerim buz kesmişti. Arkamdan omzuma bir elin dokunduğunu hissettim. Hemen arkama baktım ama kimse yoktu. Gözüm duvardaki donuk insan kalabalığı olan tabloya takıldı tekrar, gözüme tabloda elinde tasmalı köpeği olan, saçları belinde, siyah kıyafetli bir kız çocuğu ilişti, resimdeki köpek benimle konuşmaya başladı birden, hayvanları anlayabiligor olmam doğuştan gelen bir mucizevi güçtü bana bahşedilen, ilk değildi bu, bazen hayvanları anlayabiliyordum. Hatta insanlardan daha fazla... Tasmalı köpek benimle iletişime geçmeye çalışıyordu. Benimle konuşmaya bailadığında tüm korkularımı bırakıp onu anlamaya çalışmak için çabalamaya başladım. Bana tablodaki insanların fotoğrafını çeken ruh emicinin bu evin sahibi olduğunu ve planları arasında benim de fotoğrafımı çekerek ruhumu ele geçireceğini anlattı. Bunları soğukkanlılıkla dinledim. Buradaki insanları bu tabloya hapis olarak mutsuz şekilde yaşamaktan kurtarmalıydım. Aklıma dahiyane bir fikir geldi. Hemen odadan kahraman edasıyla çıkıp insan kılığın bürünmüş ev sahibi olan ruh emicinin yanına gittim. Son zamanlarda hiç resim çekilemediğimi, çocuklarıma resim göndermek istediğimi belirttim. Gözlerinde ışık belirdi adeta,

  • "ben çekerim madam" dedi.
    İşte ben de bunu istiyordum. İçimden "ne olur çek beni " dedim. Hemen masanın üstündeki fotoğraf makinasını aldı veeeee fotoğrafını tam çekecekkeeeen cebimde taşıdığım makyaj aynamı fotoğraf makinesinin zoom yapan yerine yansıtmamla ruh emicinin ruhunu fotoğraf makinesinin içine teslim etmesi bir oldu. Fotoğraf makinesinin yere düşmesiyle içinde hapsolan tüm ruhlar bedenlerine geri döndüler. Hemen koşa koşa odaya gittim, tabloya baktım, tabloda yemyeşil kırlar ve çiçekler vardı. Kan kokusu ve izleri yok olmuştu. İçim rahat bir şekilde kahraman edasıyla çıktım evden...
    MUTLU SONNN

"Hoşgeldin" demesiyle ansızın irkildim. Birkaç saniye geçmeden burnuma tiksindirici derecede kötü bir koku geldi ve ister istemez elimi burnuma götürmek zorunda kaldım. Bu denli kötü bir koku olamazdı, kimin nefesi bu kadar kötü kokabilirdi ki diyemeden başım dönmeye başladı ve sendeleyerek duvarın kenarında duran tozlu masaya dayandım. Korkarım ki bu oydu, yüzümü adama döndüm; karşımda 1.60 boylarında, zayıfça, 40 lı yaşlarda olan bir adam duruyordu. Acaba bumu bu ruh emici demeye kalmadan adam bana "burada ne işin var velet" dedi. Bu soruya herhangi bir yanıt veremedim zira vermek isteseydim adamın odayı saran o kötü nefesini ciğerlerime çok daha fazla çekmek zorunda kalacaktım. Korkulu gözlerle adama baktım, adam da bana şaşkın şaşkın bakarken telefonum çalmaya başladı. Aceleyle telefonumu kapatmak isterken adam tek bir hamleyle telefonu elimden aldı ve kapının yanındaki büyükçe kovanın içine attı. Kova daha önce dikkatimi çekmemişti ama kovaya dikkatlice baktığımda üzerinde kan lekeleri olduğunu farkettim, üstüne üstlük duvarda da lekeler vardı ve bu durum beni daha çok korkutmaya başlamıştı. O çok güvendiğim ve insanlara göstermek istediğim sevecen tavırlar yerini korkuya bırakmıştı. Adam o anda kolumdan tuttu ve beni çekiştirerek o kanlı çöp kovasının yanına doğru sürüklemeye başladı. Çöp kovasının yanına geldiğimde durumu anlamıştım...

Coin Marketplace

STEEM 0.29
TRX 0.11
JST 0.033
BTC 63945.57
ETH 3135.76
USDT 1.00
SBD 4.00