Çocukluğum ve Memuriyet Arasındaki Güzel Çizgi

in #tr7 years ago

IMG_20171208_002213_133.jpg

Anne ve babası memur olan her çocuk gibi memuriyeti çok küçük yaşlarda anlamlandırmış aynı zamanda anne ve babasının -parfüm kokularının nescafe kokularına karıştığı- iş yerinde olmaktan büyük haz alan bir çocuktum ben de. Bu durum benim indimde memuriyet kelimesinin karşılığı oldu epey zaman. Ve bu zamanlarımın büyük bölümü 90'lara tekabül ediyordu. 90'lar, çocukluğum ve memuriyet...
Artık anaokuluna gitmekten yılmış olacağım ki 1999 yılının ortasında beni okuldan aldı ailem. Anaokuluna gitmediğim için de anne ve babamın iş yerinde geçirdim zamanlarımı. Ki benim çok büyük şansım oldu bu durum. Sabah annemin iş yeri, öğleden sonra ise babamların okul. Harika. Tek kelimeyle, harika. Eşi benzeri olmayan bir ilgi, oynayacağım pek alternatif olmasa da eğlenebileceğim birçok keşif...
"Annee, bu oyun nereden açılıyor?"
İşte bu soru cümlesi çocukluğuma yapışmış benim için eğlenceli; annem ve iş arkadaşları için ise bıkkınlık yaratan cümle olmuştur. Daktilo ile oyun devrim artık kapanmış, yeni yeni bilgisayara ayak uydurmaya çalışmalarım başlamıştı. Daktiloyla bile sınırsız oyunlar yaratan ben, bilgisayarda tıkanıp kalırdım. Annemin boş vakitlerinde oynadığı "solitaire" ı minimize edip "Mario" yu oynamak için can atardım.

Fonda Ebru Gündeş;
" Bıraktığın gibi burdayım Yalnız değilsin canındayım Tut elimi tut yanındayım Yalnız değilsin canındayım Bir kaç gün içinde dön ne olur"
Bende de şu mırıldanmalar peyda olurdu;
"Birkaç gün içinde Anaokuluna dönmeyeyim Ne oluuur?"
Öğlene kadar bilgisayar ve kitaplarla ilgilenirdim. Annemlerin odasının solunda kütüphane vardı. Mario'yu yeterince oynadıktan sonra biraz da kütüphanede vakit geçirirdim. Kokusu hâlâ burnumda. Yerdeki kırmızı halılar da... Ve masa da duran "Story" kitabı. "My name is Ozmo" yazısıyla hatırımdan hiç çıkmayan...

Hemen kapıyorum serilerden birkaç tane. Öğleden sonra eğer canım sıkılırsa buradaki resimlere bakar vaktimi geçirirdim. Ve vakit geldi. Annemlerin iş yerinden ayrılma vakti... Babam geliyor ve arabaya geçiyoruz. Arabanın ön koltuğuna oturmak istiyorum her daim. Annem yoksa ön koltuk benimdir. Her ne kadar "Barış abi" uyarsa da ben ön koltuğa oturmak için can atardım.
Ve yolculuk babamların okula doğru başlasın... Arabaya geçer geçmez "Radyo Su" yu açıyorum. Edirneliler çok iyi bilir Radyo Su'nun güzel parçalarını. Radyoda Kenan Doğulu:
"Çok tatlısın çok Seni veren Allah'a Şükürler olsun Çok güzelsin çok Ben güzelden anlarım Göze geleceksin vallahi Kırk bir kere maşallah Nazar değmez inşallah" Ah tanrım, ne güzel parça. Art arda öyle güzel parçalar çalıyor ki mutlu olmamam elde değil. İşte bir diğeri
" Aşkın ateşine dağlar dayanmaz Aşkı bilmeyenler gönülden yanmaz Aşk bir hastalıktır tabip anlamaz Aşka yardan başka Bana senden başka çare bulunmaz
Seni anan benim için doğurmuş canım Hamurunu benim için yoğurmuş canım."

" Deli dolu sözlerin, o güzel gözlerin. Yakıyor yüreğimi bitmek bilmez bu sevgin. Deli dolu sözlerin, o güzel gözlerin. Yakıyor yüreğimi bitmek bilmez hiç tükenmez, Sana olan bu sevgim. Emrine amadeyim... Ben senden vazgeçmem, yoluna köleyim. Sözünden hiç çıkmam, emret öleyim.

Fazlasıyla güzel geçecek olan günümün habercisiydi aslında bu parçalar.. Okula giriyoruz. Öğle yemeğimi babam ve öğretmen arkadaşlarıyla yiyoruz. Benim spesiyalim belli. Salçalı tost ve Capri-Sun. Anaokulunun yumurta kokan yemekhanesinden kurtulmuştum. Harika bir kantin vardı okulda ve her şey bana ısmarlanırdı...

Öğretmenler odasındayız. Yukarıda bahsettiğim kahve ve parfüm kokuları eşliğinde yiyorum tostumu. Burada da müthiş bir ilgi. Ve bu da en sevdiklerim arasındaydı. Ben tostumu yediğim gibi babamın odasına geçiyordum. Çünkü beni "Prince of Percia" bekliyordu. Bu kez yardım almadan geçeyim şu bölümü diyorum yine olmuyor. Ramazan abi yardımıma yetişiyor ama ben yapamıyorum diye kendime bir hayli sinir oluyordum. Neyse biraz müzik dinleyip konsantrasyonumu toplamak istiyorum. Ama okulda sürekli Müzeyyen Senar dinleniyor. Umduğum enerjiyi alamıyor; annemin iş yerinden aldığım İngilizce kitaplarını karıştırıyorum. Okuldaki öğretmenlerin de yardımlarıyla İngilizceyi de bir şekilde kulak dolgunluğu yapmayı başarmıştım. Fakat bu böyle gitmezdi. Okulda bulunduğum müddetçe okula giden tüm öğrencilere özenerek baktım. Ben de derse girmek istiyordum. Ablamın gibi kitaplarım, defterlerim, çantam olmalıydı. Ah şu deftere ne kadar özenirdim:

Babamla konuştum ve bunun mümkün olamayacağımı, yaşımın henüz gelmediğini ama istersem arada onunla birlikte derse gireceğimi izah etti ve kabul ettim. Çok nadir giriyordum ben de derslere. Öğrencilerden tek farkım önlük yerine, 90'ların vazgeçilmez pantolunu vardı üzerimde:

Teneffüslerde öğretmenler odasında, ders bittikten sonra da babamın odasında olurdum. Dersler bittikten sonra öğretmenler masa tenisi oynar, kazanınca da bana hediyeler alırlardı. Şanslıydım velhasıl. Bu oyunda benden şans isteyen öğretmen kazanırsa bana atari alacağını söylemişti. Ve bir gün atari gelmişti eve. Ama atariyi bana o öğretmen mi almıştı hatırlamıyorum... Okulda oynadığım "Prince of Persia" , "Mario" ve "Stunts" gibi oyunlardan çok daha fazası vardı ataride. Müthiş oyunlar... Hepsi birbirinden güzel ve eğlenceli. Hele "Circus" vardır ki; beni benden alırdı. Circus oynamayan bir nesle aşina değiliz. Circus oynamayan bizden değildir...

Ve sonra yalandan bir karneyle okula da veda ettim, 90'lara da. Ben o okulda hep küçüktüm. Küçük olarak kalacağımı düşünürdüm orada. Ama gün gelir, büyüyeceğinize inanmadığınız o yerde büyürsünüz.

Coin Marketplace

STEEM 0.19
TRX 0.16
JST 0.030
BTC 79865.47
ETH 3170.38
USDT 1.00
SBD 2.74